HALLSTAT
Salzkammergut; Avusturya’da bulunan bir tatil alanı ve burası Yukarı Avusturya, Salzburg ve Steiermark eyaletlerini kapsıyor. Dachstein dağları ve Alplerin bir kısmını da içine alır.
Bölgenin ana nehir Traun, Tuna’nın sağ koludur.
Salzkammergut “Tuz Odası Emlak” anlamına gelir ve anlamı İmparatorluk Tuz Odasıdır.
Bölge 1997 yılında Unesco Dünya Mirası’na dahil edilmiştir.
Dolayısı ile biz 3 günümüzü Salzkammergut bölgesine ayırdık.
1. Gün: Salzburg
2. Gün: Hallstatt – Bad Ischl – Wolfgang
3. Gün: Mondsee – Gmunden – Viyana’ya trenle yolculuk
Salzburg’da konaklayıp bir gün şehri gezdik. Diğer 2 günümüzü çevredeki masalsı kasabalara ayırdık ve bu 2 gün için araba kiraladık.
Salzburg’dan Hallstatt’a yolculuk 1 saatten biraz fazla sürüyor.
Hallstatt’a tren ile gidilirse en yakın istasyon gölün karşı tarafında yer aldığından inince feribot ile karşıya geçiliyor. Trenle karşı kıyıdan gelirken de Hallstatt’ın eşsiz manzarası seyredilebiliyor.
Hallstatt, görkemli dağlar ve yemyeşil ormanlarla çevrili, Hallstatt Gölü’nün (Hallstättersee) kıyısında bir konuma sahip.
Kasabaya girişte bir tünelden geçiyor. Tünelin hemen sonrasında araç otoparkları ve tur otobüsü terminalleri var. Bu alanlar dışında teslimat kamyonetleri ve bölge sakinlerinin araçları dışında hiçbir aracın içeri girmesine izin verilmiyor.
Hallstatt’ın tarihi yaklaşık 7.000 yıl önce Neolitik çağda başlamış. O zamanlar insanlar burada tuz madenciliği yapıyormuş. Yani Hallstatt dünyanın en eski tuz madenine sahip. M.Ö. 5.000’den beri tuz çıkaran ve yaşayan insanlar olmasına rağmen köy, M.Ö. 800-400 yılları arasında (Hallstatt Dönemi) tuz ihraç etmeye başlayana kadar gerçek anlamda güç kazanmaya başlamamış.
Göl kenarında yer alan ve pek çok evin yamaçlarda yer aldığı kasabada bugün bile ulaşım çok kolay değil.
1. Hallstatt Manzara Noktaları
Arabayı park ettikten sonra kalabalığı takip edip saat 9.30 itibarı ile Hallstatt Gölü kıyısına ulaşıyoruz.
Panik yapmaya gerek yok bu kasabada birçok manzara noktası var. Hemen her durduğunuz yerden güzel fotoğraflar çekebilirsiniz.
Göle ulaştığımız bu yerde herkes gibi biz de fotoğraf çekiyoruz. Muhteşem değil mi?
Arkadaki Protestan Kilisesi’nin kulesi, manzaranın olmazsa olmazı.
Çinliler Hallstatt’ı o kadar beğenmiş ki bir proje haline getirmişler. Kasabanın aynısını yani Çin Hallstatt’ını Hong Kong’un 90 km kuzeyinde yer alan Luoyangzhen şehrinin Guangdong eyaletinde inşa etmişler.
Sağ tarafımızda kasabanın güzel evleri zaman zaman da göl olarak kuzeye doğru dar ama ana sokaktan ilerliyoruz. Sol tarafta köy evlerinin göle bakan Tuz Dağları’nın (Salzberg) yamacına oturtulduğunu görüyoruz. Evler sadece arazi eksikliği nedeniyle değil, aynı zamanda daha fazla sakinin göle doğrudan erişebilmesi için bu şekilde üst üste inşa edilmiş.
1800’lerin sonlarına kadar evlere ulaşmanın tek yolu ya tekneyle ya da bugün hâlâ uçurum kenarındaki evlerin çatılarının hemen üzerinde görülebilen dar patikalardan geçmekmiş.
1890’da, üzerinde yürüdüğümüz yol inşa edilmiş ve köy büyük ölçüde daha erişilebilir hale gelmiş.
Göl kenarında fotoğraf çekmek için cepler var. Hiç birini kaçırmıyorum.
Biz cennet gibi yerleri gezmeye çalışırken Avrupalılar oldukları yeri cennet yapıyorlar. Estetik algıları çok güçlü…diye sesli düşündüm 🙂
2. Hallstatt Müzesi
Yolda ilerlerken solda Hallstatt Müzesi’ni görüyoruz.
Hallstatt’ın tarihi Roma İmparatorluğu’ndan önceye dayanmaktadır.
Müzede; Taş Devri’ne ait ve tarih öncesi çağlardan kalma birçok eser sergileniyor.
2002 yılında kurulan bu müze, 7.000 yıllık dönemin tamamını kapsıyor ancak esas olarak Hallstatt Dönemi’ne odaklanıyor. Müze, yakın zamanda tamamen restore edilmiş ve yenilenmiş. Bizim gibi sınırlı zamanınız varsa burası atlanabilir.
3. Hallstatt Şelalesi
Yürüdüğümüz yolu kesen Badergraben Caddesi’ne gelince bir duraklıyoruz.
Ve sola baktığımızda ben de buradayım diyen başka bir güzellikle karşılaşıyoruz: Bir şelale. O da katkısını sunuyor kasabaya.
4. Wolfengassa (Kurt Sokak)
Meydana çıkan bu daracık ancak fotojenik sokakta sağdaki hardal renkli ilk bina eski PTT binası.
Şimdilerde zevkli bir seramik mağazası.
5. Gasthof Simony (Simony Hanı)
Sağda meydana çıkarken konumlanmış kırmızı bina Gasthof Simony.
İlk kez 15. yüzyılda bir belgede adı geçen ev, tuz üreten Wolfen ailesi için tiyatro olarak kullanılmış. Evin bulunduğu sokağa hâlâ ailenin isminden dolayı Wolfengasse adı veriliyor. Wolfenler tuz ticareti işini bırakınca evleri restorana dönüşmüş.
Simony evinin birinci ve ikinci katı 1750 yılındaki yangında ağır hasar görmüş.
1882 yılında Klackl ailesi binayı satın almış ve evi yenileyerek otele dönüştürmüş.
Dachstein bölgesinin ünlü kaşifi Friedrich Simony otelin sürekli misafiriymiş ve adı daha sonra Gasthof Simony olarak değiştirilmiş.
6. Pazar Meydanı (Marktplatz)
Gasthof’u geçinde güzel bir meydana geliyoruz.
Meydanın ortasında Kutsal Trinity çeşmesi sütunu, birkaç oturma bankı ve etrafta şirin mi şirin, renkli mi renkli geleneksel Avusturya evleri var. Burada yaz aylarında yerel çiftçilerin ve zanaatkârların ürünlerini satmak için bir araya geldiği geleneksel bir açık hava pazarı kuruluyormuş.
7. Gasthof Grüner Baum
Meydanın karşısında, göl kenarındaki bu şirin otel ve restoranın konumu harika. Ahşap balkonlarını çiçeklerle bezemişler.
İçi de böyle.
Burası; Habsburg İmparatorları’nın, yakınlardaki Bad Ischl’de bulunan Kaiservilla’ya gitmeden önce, Hallstatt Gölü’ne indiklerinde kaldıkları bir konaklama yeri imiş.
Bugün gölde bulunan birçok kuğunun nedeni hanedanmış. Avusturya İmparatoru Franz Josef ve İmparatoriçe Sisi’nin yıllık inzivalar için ziyarete başladığı 1860’lı yıllarda kuğular buraya ithal edilmiş. Sisi’nin de tıpkı kuzeni Bavyera Kralı Ludwig gibi kuğulara karşı aşırı bir takıntısı varmış.
Hatta Ludwig, en ünlü kalesine çok sevdiği kuşlarının adını; Neuschwanstein (Yeni Taş Kuğu Kalesi) vermiş.
Malikane aynı zamanda Orta çağda çevredeki tuz üreticilerinin Kraliyet konaklama yeriymiş.
1849’da Belediye Başkanı Franz Heuschober, Tuz İdaresi dağıtılırken mülkü satın alıp güzel malikanede bir restoran açmış.
Mülk yıllar içinde birçok kez el değiştirmiş ve 22 otel odası eklenmiş.
8. Protestan Kilisesi (Evangelist Cemaat Kilisesi, İsa Kilisesi)
Kasabanın simgesi olan 1863 tarihli Protestan kilisesi, pazar meydanını geçer geçmez sağda ve gölün kıyısında yer alıyor.
Büyük bir kubbesi ve geniş bir merdiveni olan Barok tarzı bir dış cepheye sahip. Kilisenin içi freskler, sunaklar ve vitray pencerelerle süslenmiş.
Kasabanın üzerinde yükselen ikonik bir çan kulesi vardır. Kartpostal gibi Hallstatt fotoğraflarında başrol oynar.
Yine kıyıdan bir manzara.
Mola zamanı
9. Katolik Kilisesi (Meryem Ana’nın Göğe Yükseliş Kilisesi, Pfarrkirche Maria am Berg)
Dağın yamacında yer alan ve şehrin muhteşem manzarasını sunan bir Roma Katolik kilisesidir.
Bugün var olan kilise 1505 yılında tamamlanmış.
Kilisenin içindeki tarihi sunağı ve tabloları ilgi çekicidir.
Avlusunda bulunan güzel mezarlıklar hem Protestan hem de Katolikler’e ait.
Kasabanın en iyi manzara noktası olan kilisenin bahçesinden bir manzara.
Yoldan çekilmiş bir fotoğraf. Dediğim gibi her yer manzara noktası gibi.
10. Micheal Şapeli’ndeki Kemik Evi
Katolik Kilisesi’ni ziyaret sebeplerinden biri de kilisenin mezarlığı içinde bulunan ve oradaki en küçük yer altı mezarlarından biri olarak kabul edilen şapel evi.
Girişte Türkçe bilgilendirme formu da bulunuyor.
12. yüzyılda Hallstatt’ta yer darlığı nedeniyle kilisenin altını kazıp ölüleri gömecekleri yer altı mezarlarını oluşturmuşlar.
M.S. 1720 yılında ise Kemik Evi’ne giren yeni kafataslarının dekoratif olarak boyanmasıyla yeni bir gelenek başlamış.
Şimdi yer altı mezarları, 600’den fazla sanatsal olarak boyanmış kafatasından oluşan alışılmadık bir koleksiyona ev sahipliği yapıyor.
İlk resimler, geleneksel olarak mezarlara konulan ve aşkın bir işareti olarak görülen çiçek çelenkleri ile sınırlıydı. Sonraları kafatası resimleri şöhretin veya önemin sembolü; meşe yaprakları, zaferin sembolü; defne, hayatın sembolü; sarmaşık ve aşkın sembolü; güller gibi anlamlara sahip daha sembolik amblemleri içerecek şekilde genişletildi.
Kurtuluş haçının önüne yerleştirilen iki kafatası, ölümün ve Adem ile Havva’nın günahlarının sembolü olan yılanlar ile boyanmıştır.
Haçın hem sol hem de sağ tarafında, her birinin üzerine eski rahiplerin iki kafatası bulunan İnciller var.
Mezardan çıkarılan kemiklerin taşınması uygulaması, 1960’ların başında Katolik Kilisesi’nin ölü yakma yasağını kaldırmasıyla ortadan kalkmaya başladı. Kemik Ev’in en son ekleneni, 1983 yılında ölen ve vasiyeti üzerine 1995’te buraya konan bir kadının kafatasıdır. Kafatası tahta haçın sağında duruyor ve altın dişi hâlâ görülebiliyor.
Sakinler yine de vasiyetleriyle Kemik Evi’ne taşınmayı talep edebilirler. Ancak ölü yakmanın artık daha fazla kabul görmesi nedeniyle Hallstatt’ta gömülmek çok daha az yaygındır.
Şimdi aşağıdaki yola inip daha ileriye doğru yürüyoruz. Tabii ki sizinle paylaştığım manzaralar eşliğinde.
Sonrasında geri dönüyoruz.
Otoparktan göl kıyısına inerken gördüğümüz Tuz Madeni Ziyaretçi Merkezi’ne geliyoruz. Buradan füniküler için bilet alıyoruz. Bu masal şehrini bir de tepeden izleyeceğiz.
Bu merkezde Tuz Madeni Turu için bilet de satılıyor. Ancak vakit nedeni ile biz bu turu listemize almadık.
Ziyaret merkezinde çanta dolapları da bulunuyor.
11. Skywalk Gözetleme Noktası
Hallstatt’ın 360 metre yukarısında inşa edilmiş etkileyici bir izleme platformudur.
Buraya füniküler ile çıkıyoruz. Çekimlere çıkarken başladık.
Yukarıda Hallstatt gölü ve kasabası manzaralı bir de kafe var. Kahve molamızı burada veriyoruz.
Ben sustum. Dünya mirasını seyredelim.
Yukarıda muhteşem manzarayı seyredebileceğiniz bir kafe de bulunuyor.
Hallstatt’da göl gezisi de yapılabiliyor. Yaklaşık 50 dakikalık tekne gezintileri var. Binmeyi düşündük ancak biraz beklememiz gerekliydi ve 50 dakikalık gezinti de bize uzun geldi. Yola devam kararını aldık. Saat 13.30. Yani bu gezimizi 4 saatte tamamlamış olduk.