Budapeşte
(30 Eylül 2022-3 Ekim 2022)
Kayınbiraderim Aziz, eltim Gülfem, eşim Ali Vefa ve ben Ayla Budapeşte gezisi yapmaya karar veriyoruz. Eşim ve ben daha önce bir turla Budapeşte’ye gelmiştik. Ancak birkaç ülkeyi kısıtlı bir zamanda gördüğümüz için zihnimizde çok yer etmemişti. Sadece Tuna’nın bu şehre çok yakıştığını hatırlıyoruz. Bu sefer kendi yaptığımız turla daha uzun bir zamanda keyifle gezmeyi planlıyoruz.
Ülkenin tarihini atlamayalım.
Macaristan Tarihi
Macaristan’ın tarihi biraz karışık geldi bana.
Özetleyecek olursam M.Ö. 900’lü yıllarda Ural dağları ve Volga Nehri civarında bölgeye gelen Macar kabileleri bu bölgede Macar Krallığı’nı kuruyor.
Daha sonra Onogurlar ve batıya göç eden Hunlar’a karışıyorlar. Bu üç boy Volga bölgesinde “Macar” kavmini meydana getiriyor.
Sibirler’in baskısıyla yurtlarından ayrılarak Kuban Irmağı dolaylarına yerleşiyorlar. Sonra Hazar hakimiyetini kabul ediyorlar. Daha sonra bu boylara Hazarlar’dan olan Kavar adlı üç boy katılıyor. Yani günümüz Macarları; üçü Türk dört kavmin birleşmesinden doğduğu söyleniyor: Onogurlar, Ugorlar, Hunlar ve Kavar Hazarları.
Macarların Avrupa’da yaygın biçimde kullanılan adlarının, Türkçe “on ok” anlamına gelen “on ogur” sözcüğünün değişerek Hungar sözcüğüne dönüşerek oluştuğuna inanılıyor.
(Not: Atatürk, 1934 yılında Güven Mektubunu takdim eden Macaristan Büyükelçisi Jungerth Arnothy’ye şunları söyler: “Bu iki halk (Türkler ve Macarlar) tarih boyunca bir kere yan yana gelip akrabalıklarının farkına varsaydı, Doğu Avrupa tarihi çok farklı olurdu.”
Son yıllarda yapılan bir araştırmada Macarlar’ın genetiği –onlarla kaynaşmalarından dolayı- Orta Avrupa genetiğine benzer çıkmış. Ancak kökenlerinin Hun Türkleri olduğuna ait söylemler de var olduğu için bir başka genetik tahlil daha yapılmış. Macar boylarının Orta Avrupa’ya geldiği yıllarda bu kavmi yöneten ve daha sonra da ülkenin ilk kralı olan Arpad hanedanından III. Bela’nın kemik örneklerinden alınan DNA incelenmiş. Ve bu araştırmanın sonucunda o dönem Macarlarının genlerinin Asya kökenli olduğu ortaya çıkmış. Aynı araştırma bin yıl önce bu topraklara yerleşen ilk Macar boylarından bir grup insanın yeni bulunan mezarlarındaki kalıntılar üzerinde de yapılmış. Sonuç aynı bulunmuş. Hatta genler, yüzde 25-30 oranında Asya Türkleri’nin genleriyle benzeşiyormuş.)
Evet tarih bu kadar.
Gelelim Budapeşte’ye.
Tuna Nehri’nin geçtiği başka şehirlerde bulunduk. Ancak açık ara farkla en güzel ikili Budapeşte – Tuna birlikteliğidir. Birbirlerine değer katan bu mükemmel ikili sayesinde şehir ışıldar. Tuna ise haklı bir gururu yaşar.
Budapeşte, Tuna nehrinin şehre kattığı güzellik ile Orta Avrupa’nın en güzel başkentlerinden biri. Başta Parlamento Binası olmak üzere bütün güzel yapılar Tuna’yı görmek üzere kıyı boyunca dizilmişler adeta.
Kısa kısa..
Buda ve Peşte olarak kurulan şehrin iki yakasını birbirine bağlayan yedi köprü bulunuyor.
Termal kaynakları nedeniyle “Hamamlar şehri” olarak da biliniyor.
1 Macar Forinti 0,055 Türk Lirasına eşittir. (Eylül 2022)
Gezi Planı
Biz Budapeşte’ye tam 3 gün ayırdık.
Uygulaması kolay bir güzergah boyunca gezdik. Bu nedenle gezdiğimiz yerleri anlatırken bu sırayla anlatmayı uygun gördüm.
Ancak herkesin farklı zamanı ve planı olabilir.
Harita (@pinterest)
Bu durumda popülerliğine göre Budapeşte’de öncelikle gezilecek yerler nelerdir sorusuna cevabım:
Peşte Yakası;
1-Parlamento Binası
2-St. Stefan Kilisesi
3-Yahudi Mahallesi
4-Büyük Sinagog (Yahudi Mahallesi’nde)
5-Kahramanlar Meydanı
6-Bronz Ayakkabılar
Buda Yakası;
7-Buda Kalesi
8-Balıkçı Tabyası
9-Matthias Kilisesi
10-Gellert Tepesi
11-Gül Baba Türbesi
12-Zincirli Köprü
Vaktiniz Kalırsa İlave Gidilecek Yerler, Yapılacak Aktiviteler, Güzel Kafe-Restoranlar (Bizim tavsiyemiz):
Szentendre Kasabası
Tuna Tekne Turu
Milenyum Metro
Güzel Sanatlar Müzesi
Spinoza Restoranda Klezmer Konseri
Newyork Cafe (Dünyanın En Güzel Kafesi)
Gezimiz başlasın o zaman..
Azizler İstanbul’dan biz İzmir’den uçakla geliyoruz. Azizler bizden yaklaşık 1 saat önce varıyorlar. Havaalanından şehir merkezine ulaşım 100E numaralı otobüsler ile kolay ve ucuz. Bu otobüslerle şehre gelip kiraladığımız air bnb evinin olduğu Yahudi mahallesinde buluşuyoruz.
Gezi programımızı şöyle yaptık:
1.Gün: Yahudi Mahallesi, Büyük Sinagog, Soykırım Anıtları, Harabe barlar ve Szentendre. Akşam Spinoza Restoranda Klezmer Konseri
2.Gün: Peşte tarafı: Andrassy Caddesi, St. Stefan Kilisesi, Milenyum Metro, Opera, Kahramanlar Meydanı, Güzel Sanatlar Müzesi, New York Cafe, Nehir Turu
3.Gün: Buda tarafı: Gellert Tepesi (otobüsten seyretmek şeklinde), Buda Kalesi, Matthias Kilisesi, Balıkçı Tabyası, Gül Baba Türbesi,
Peşte tarafı: Parlamento Binası, Bronz Ayakkabılar
4.Gün: Sabah uçuş öncesi Parisi Udvar’da kahvaltı ile şehre elveda
1. Gün
1. Yahudi Mahallesi
Yahudi Mahallesine geçmeden önce biraz bilgi verelim.
Budapeşte’de Yahudiler
Orta çağdan itibaren Macaristan tarihine giren Yahudiler, Budin’de tüccar, esnaf, sanatkar olarak yaşamış.
Cemaat ise 11. yüzyıl sonlarında ve 12. yüzyıl başlarında oluşmuş.
İlk sinagogları 1307’de kurulmuş. 45 sene sonra kovulduklarında ise sinagogları da yıkılmış.
1360 yılında buraya geri döndükten sonraki dönemde cemaat önem kazanmış. Bu dönemde zengin Yahudiler, Kral Matthias Corvinus’un kraliyet törenine dahi katılabiliyormuş. Hatta Kral, Budin Yahudi Cemaati Başkanı olarak bir sözcü tayin ediyormuş.
Ancak durum 1490 yılı itibari ile yine değişmiş. Yahudilerin mallarına el konmuş. Onlardan alınan krediler geri ödenmemiş.
Bu durum Osmanlı’nın 1526’daki Macaristan zaferi ile değişmiş ve Yahudiler 150 yıl sükunet içinde yaşamış. (Yahudiler’in zor anlarında Osmanlı hep mağdur durumdaki Yahudilerin yanlarında olmuştur.)
1686 Avusturya işgali sırasında ise Yahudiler Türklerin yanında yer almış.
Peşte’deki Yahudi yaşamı ise 15. yüzyıl başlarına dayanıyormuş. Belgelenmiş en eski cemaat 1507’de oluşmuş.
Avusturya işgali sırasında Yahudilerin Buda ve Peşte’de yaşamaları yasaklanmış. 18. yüzyıl ortalarına kadar sadece market alışverişi için şehre giriş izni verilmiş.
Joseph döneminde özel bir vergi sistemi yürürlüğe konularak Yahudilerin tekrar şehre yerleşmesine izin verilmiş. 1848 yılında Macar devrimi için gönüllü askerlik yapıp mali katkıda da bulunmuşlar.
19. yüzyıl ortalarında Yahudilerin ticaret yapmalarına izin verildikten sonra ülkede ticaret, sermaye girişimi ve sanayi patlaması gerçekleşmiş. Yahudiler mülk ve fabrika edinmeye başlamış, refah dönemine geçmişler. Theodor Herzl ve Max Nor’un da doğmuş olduğu bu dönemde 350 Yahudi aileye Asalet Ünvanı verilmiş.
Yahudi Mahallesi, 1944’te Macaristan Naziler tarafından işgal edildiğinde Yahudi nüfusunun neredeyse dörtte üçünün yaşadığı yermiş. 1944’te 70 bin Yahudi’nin insanlık dışı şartlarda hapsedildiği, ölüm kamplarına gitmeyi bekleyenlerin birçoğunun açlığa ve soğuğa dayanamayıp hastalıktan sokaklarında can verdiği bir yer olmuş.
2. Büyük Sinagog (Dahony Sokağı Sinagogu)
Bu sinagog 19. yüzyılda inşa edilen Avrupa’nın en büyük sinagogudur. 3 bin kişilik kapasitesi var.
Mağribi stiliyle inşa edilmiş. Kuzey Afrika İslami modelinde, Orta çağ İspanyası (El Hamra) motifleriyle dekore edilmiş.
Sinagog II. Dünya Savaşı sırasında çok hasar görmüş. Nazi yanlısı Macar Ok Haç Partisi tarafından bombalanmış. Alman Radyosuna üs olmuş. Bir ara ahır olarak kullanılmış ve Sovyetlerin gettoyu özgürleştirmesi ile yeniden eski işlevine dönmüş.
1990’larda Macaristan’a demokrasinin geri gelmesiyle restorasyon çalışmaları başlayabilmiş. 1906’ta tamamlanan restorasyonun finansörü Macar Yahudi bir ailenin kızı olan Estee Lauder imiş.
Sinagog’un arka tarafında yer alıyor. İlk olarak 1916’da açılan bu müzede, ülkenin her yerinden Yahudi eserleri koleksiyonu yer alıyor. Yahudilerin özel dinlerinin ve geleneklerinin hikayesi anlatılıyor. Nazi yönetimi döneminde kapanan müze, sonrasında 1947’de tekrar açılmış.
Sinagog’un arka tarafında, Yahudi Müzesinin hemen yanında bulunuyor. Bu kişi II. Dünya Savaşı sırasında 100 bini aşkın Yahudi’nin hayatını kurtaran bir kahraman. İsveçli bir mimar ve diplomat olan Wallenberg, Yahudiler’e dokunulmazlık sağlayan pasaportlar vererek Yahudiler’i İsveç sınırlarına dahil sayılan binalara yerleştirmiş. Bu şekilde yüz binlerce Yahudi’nin hayatını kurtarmış. Onun isminin verildiği bir park burası.
Sinagog’un arka kısmındaki bu avluda Ok Haç Partisi tarafından katledilmiş 2 bin Yahudi’nin mezarlığı bulunuyormuş.
Park içinde söğüt ağacı şeklinde bir anıt heykel. Söğüt ağacı geleneksel yas sembolü. Bu heykelleşmiş yaşam ağacı da soykırım sırasında Budapeşte’de ölen 5 bin kurbanın ismini her bir yaprağının üzerinde anıyor.
Kahramanlar Sinagogu
Parkın içinde bulunuyor. Sinagogun adı, Birinci Dünya Savaşı’nda Macar ordusunun saflarında savaşan ve savaş alanında Macar kahramanları olarak ölen Yahudi askerlerden geliyor.
3. Carl Lutz Anıtı
Sinagog’a 350 metre mesafede bronz bir heykel. Bu heykel İsviçreli diplomat Carl Lutz’a ait.
Lutz, II. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 62 bin Yahudi’nin o günkü Filistin topraklarına göç edene kadar korunmalarını sağlayan izinlerini çıkarmış. Bunu sağlamak içinse küçük bir hile yapmış. Bu koruma belgeleri aslen sadece 8 bin Yahudi içinmiş. Ancak Lutz yetkililere bu iznin 8 bin aile için olduğunu bildirerek 8 bin yerine 62 bin kişinin hayatını kurtaran bir kahraman haline gelmiş.
Anıtta Lutz; düşmüş bir kurbana yardım etmek için göklerden inen altın bir melek olarak tasvir ediliyor.
4. Harabe Barlar (Ruin Barlar)
Günümüzde, Yahudiler tarafından terk edilmiş veya terk etmek zorunda bırakılmış eski evler; içi hiç yenilenmeden sadece eskiliğine uygun bir şekilde dekore edilerek bar olarak kullanılmaya başlanmış. Ortalarında kocaman avluların bulunduğu bu mekanlar şehrin en meşhur restoranları, barları, canlı performans atölyeleri, kafeleri ve tasarım dükkanları haline gelmiş.
Szimpla Kert (Sade Bahçe)
Şehrin bu yolla yeniden yaratılmış ilk barı. Burası Budapeşte’nin kült mekanlarından biri. Mekan önceleri bir açık hava sinemasıymış. Sinema olarak işlevini kaybettikten sonra kaderine terkedileceğine başlı başına yeni bir akım başlatacak kadar güzel bir cafe/bar/konser alanına dönüşmüş.
Bir gece buraya gidelim diye düşündük ancak uzun kuyruğu görünce vazgeçtik. Zaten yaş ortalaması da bize göre oldukça düşüktü 🙂
Yahudi Mahallesi, daha çok entelektüel kesimin takıldığı, alternatif olarak tanımlanabilecek fakat aynı zamanda şehrin gece hayatına yön veren cazibe merkezi.
Gece bar ve restoranların önü kalabalık oluyordu.
Yahudi Mahallesi’nde gezinmeye devam ediyoruz.
Gezinmekten çok keyif aldığımız bir mahalle.
Ünlü Spinoza Restoran’ın önünden geçerken ilanı görüyoruz. Çoook şanslıyız. Hemen akşam için yerimizi ayırtıyoruz.
Szentendre gezimizden sonra eve uğrayıp hazırlanıp evin yakında bulunan Spinoza Restoran’a gidiyoruz.
5. Spinoza Restoran’da Klezmer Konser Şov
Mekanda her cuma Klezmer (Enstrümental) müzik gösterisi oluyormuş. Haftanın diğer günlerinde ise canlı piyano performansı oluyormuş.
Klezmer Şov yemekli kişi başı 30 euro idi.
Önce bize bir içecek ikram ettiler.
Ardından şovun olduğu bir salona aldılar. Müthiş bir performanstı. Daha sonra gruba bir bayan da katıldı. Sözlü eserler de okudular.
Klezmer sözcüğü, müzik enstrümanı anlamına gelen İbranice kle ve zemer sözcüklerinden oluşmuş bir müzik türü. Sözlü parçalar barındırsa da, genel olarak enstrümantal bir müzik türüdür. Duygular enstrümanlarla ifade ediliyor.
Konserden sonra ise yemek salonuna aldılar.
Eşim hep der “Yemekli bir ortamda müzik yapılması hem aşçıya hem müzisyene saygısızlıktır” diye. Ama pratikte birlikte oluyor tabii. Ayırmak her zaman mümkün olmuyor. Ama bu mekanda yemek ve müziğin ayrı yapılması çok hoşumuza gitti.
2. gün
Yüzlerce yıl boyunca Buda ve Peşte, 1873’teki resmi birleşmelerine kadar ayrı şehirlerdi.
Buda; iyi durumdaki yerleşim bölgelerine ve Castle Hill’deki Orta çağdan kalma eski şehre ev sahipliği yapan, hafif inişli çıkışlı tepelerin üzerinde yer alır.
Peşte ise; nehrin karşısındaki düz arazide, göz alıcı mimarisi ve hareketli gece hayatıyla tanınan, daha canlı ve daha kalabalık olan taraftır.
Budapeşte’nin 1,8 milyon sakininin çoğunluğu Peşte tarafında yaşıyor ve bölge olarak bilinen 23 idari birimin çoğu burada bulunuyor.
Bugün Peşte kısmının merkezi kısımlarını gezeceğiz. Ardından da akşam Nehirde tekne gezisi yapacağız.
6. Andrassy Caddesi
Budapeşte’nin hareketli ve en popüler caddesi. 2,3 km uzunluğundaki cadde Kahramanlar Meydanı’ndan (Hösök tere) başlıyor ve Elizabet Meydanına kadar uzanıyor.
Şehrin merkezinde bulunan, cadde UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Cadde üzerinde Opera binası, Tiyatro binası, Liszt Müzik Akademisi, Terör Evi gibi binalar yanı sıra zarif villalar, konaklar da bulunuyor.
1894-96 yılları arasında inşa edilmiş Avrupa’nın ilk elektrikli metro hattı olan Milenyum (M1 Metrosu) yine bu cadde üzerinde.
Güzergahın inşasına 1872 yılında Pest-Buda’nın yeniden doğuşu ve 1896 yılındaki Milenyum kutlamalarının hazırlıkları kapsamında başlandı. Macaristan, M.S. 896 yılında gerçekleşen kuruluşunu kutladı.
Cadde, adını o dönemde Peşte’deki diğer büyük yeniden yapılanmaların yanı sıra yol inşaatına da destek veren Macaristan başbakanı (1867-1871) Kont Gyula Andrassy’den almıştır.
Macaristan’ın ilk kralı Stefan (875-1038) anısına inşa edilmiş. Kilisede kendisinin mumyalanmış sağ eli altın bir kutuda muhafaza ediliyor.
1851 yılında temeli atılan kilisenin inşası 50 yıl sürmüş. Bu kadar uzun sürmesinin sebebi yapım aşamasındayken kubbesinin çökmesiyle sil baştan yeniden yapılmış olmasıymış. Kilisenin yapımında sırayla üç farklı mimar çalışmış.
Aziz Stefan Bazilikası, Budapeşte’deki en büyük yapı ve en büyük kilise olma ünvanını taşımakta. 9,5 ton ağırlığındaki Bazilikanın çanı ülkedeki en büyük çandır. Papanın emriyle bazilika olan kilise önceleri katedral olarak hizmet vermekteymiş.
Kral Stefan’ın 1000 yıllık mumyalanmış sağ eli camekan içindeki kutuda duruyor.
Kubbeye çıkış asansörle olabiliyor. Kubbe terasından şehrin panoramik görüntüsü harika. Parlamento binası kadrajımızda.
Buda Kalesi manzarası. Hava biraz puslu ama idare eder herhalde.
Kilisede “Hazine” bölümü de bulunuyordu.
İnişte spiral merdivenler. (Ben de bu merdivenlerin hastasıyım).
Kiliseden çıkınca hemen karşısında panayır gibi bir pazar gördük. Pazarda çoğu stantta Kürtö Skalacs denilen, daha çok Macaristan ve Romanya’da meşhur bir kek ilgimizi çekiyor.
Kesik koni şeklindeki taze, dumanı tüten kek, sıcak bir bacayı andırdığı için adı kürtö (soba borusuna) gönderme yapıyormuş.
8. Opera
Avrupa’nın en estetik opera binalarındandır. Neo-Rönesans Opera binası, 19. yüzyıl Macar mimarisinin önemli isimlerinden Miklos Ybl tarafından tasarlandı.
1875-1884 yılları arasında inşa edilen bu yapı, I. Franz Joseph’in Avusturya İmparatoru ve Macaristan Kralı olduğu dönemdi.
1.261 kişi kapasiteli olup at nalı şeklindedir ve ses ölçümlerine göre Avrupa’nın en iyi üçüncü akustiğine sahiptir.
9. Milenyum Metrosu (M 1)
Avrupa’nın özel elektrikli taşımaya sahip ilk metrosudur. 1894-1896 yılları arasında inşa edilmiştir. (İlk metro İngiltere’de)
Tahminlerin aksine metro; artan trafiği kolaylaştırmak için değil, Andrassy Bulvarı üzerinde bir taşıma sistemi yapıp manzarasını bozmamak için yer altında inşa edilmiş.
10. Varosliget (Budapeşte Şehir Parkı)
Macaristan’ın kuruluşunun 1000. yılı kapsamında 1896’da inşa edilmiş büyük bir parktır.
Kahramanlar Meydanı, Szechenyi Kaplıcaları, Hayvanat Bahçesi, Gölet ve Vajdahunyad Kalesi parkın içinde yer alıyor.
Şehir “Hamamlar Kenti” olarak da isimlendiriliyor. Budapeşte’deki hamam kültürü uzun yıllar boyunca Osmanlı hakimiyetinde kalmasından geliyor.
11. Kahramanlar Meydanı (Heroes Square)
Millennium Metrosu’na binip (M1) Hösök tere durağında inilerek ulaşılabilir. Biz öyle yaptık.
Meydanda; üzerinde Macaristan tarihinin önemli kahramanlarının heykellerinin bulunduğu birbirine bakan iç bükey iki dev kaide ve bu kaidelerin ortasında 36 metre yüksekliğindeki sütun bir anıt bulunur.
Sütun; Milenyum anıtı olarak bilinir ve 1000. yıl kutlamaları kapsamında inşa edilmiştir. Sütunun üzerinde Cebrail Heykeli var.
Sütunun alt bölümünde ise “Bilgi-Zafer”, “Barış-Savaş”, “Çalışma-Refah” gibi değerleri sembolize eden heykeller yer alıyor.
Anıtın alt kısmındaki kaidede ise Macaristan’ı kuran 7 kabile liderinin at üstündeki heykelleri yanı sıra Macaristan tarihinde önemli bir yere sahip diğer devlet adamlarının da heykelleri bulunuyor.
Meydanın tam ortasında, anıtın önündeki demir bir kafes içindeki mezar; “Meçhul Asker Mezarı”. Bu sembolik anıt mezar, Macaristan’ın bağımsızlık mücadelesinde hayatlarını kaybeden askerlerin anısına yapılmış.
Biz gittiğimizde bir etkinlik nedeniyle meydanın çevresi kapatılmıştı.
2002’de Andrassy Bulvarı, Kahramanlar Meydanı ve Milenyum Metro Hattı UNESCO Dünya Kültür Mirası Listesi‘ne alınmış.
Meydanın sağında Budapeşte Güzel Sanatlar Müzesi, solunda ise Mücsarnok Sanat Sarayı bulunuyor.
12. Güzel Sanatlar Müzesi
Güzel Sanatlar Müzesi, 1900-1906 yılları arasında, mimar Albert Schickedanz ve Fülöp Herzog’un planları esasında inşa edilmiştir ve eklektik-neoklasik tarzdadır.
Koleksiyonu çoğunlukla uluslararası eserlerden oluşuyor. Bunlar arasında Raffaello, El Greco, Toulouse-Lautrec, Chagall, Rembrandt, Tiepolo, Goya, Manet, Monet ve Cezanne gibi sanatçıların Avrupa sanatının tüm dönemlerinden 120.000’den fazla eseri yer alıyor
Bizim 3 günlük gezi programımızda burası için zamanımız vardı. O yüzden girip gezme fırsatı bulduk.
Zaten sanat sever Gülfemcim Matisse’in sergi afişini görünce heyecanlandı.
Mermer Salon
Zemin katta giriş salonundan çıkıp önce Mermer Salona geliyoruz. Neo-Rönesans tarzında inşa edilen temsili resepsiyon alanı, adını duvarların mermer kaplamasından almıştır. Üst katta korint sütunlarla süslenmiş heybetli galeri alanı, müze binasının saray benzeri konseptine uyum sağlıyor.
Rönesans Salonu
Mermer Salon’dan geçerek binanın merkezine, yarım daire kemerli klasik sütunları ve korkuluklarıyla 16. yüzyıldan kalma bir İtalyan sarayının avlusunu çağrıştıran Rönesans Salonu’na ulaşıyoruz.
Salon, sergilenen 14-15. yüzyıllara ait Perugia ve Bergamo kaynaklı fresk koleksiyonuyla tüm Avrupa’da tektir.
Rönesans Salonu, Venedik Çeşmeleri (veya kuyu başları) koleksiyonuyla da adının hakkını veriyor. Çeşmelerde erken ve geç Rönesans dekoratif motiflerinin, İtalyan taş oymacılarının mükemmel becerileri ile işlendiğini görüyoruz.
Matisse sergisinin bulunduğu geçici sergi bölümüne geliyoruz.
Henri Matisse (1869-1954); 20. yüzyılın en önemli ressamlarından. Renkleri büyük bir ustalıkla kullanışıyla Picasso ve Kandinsky ile birlikte, modern sanatın en büyük sanatçılarından biri kabul edilir.
Matisse: Düşüncelerin Rengi Sergisi’nden
Cezayirli Kadın
Sandalyeli Odalık
Matisse’in kitabı: Caz
Roma Salonu
Müzenin en muhteşem mekanı olan R0ma Salonu’na ulaşıyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nda hasar gördükten sonra 70 yıl boyunca alçı ve tablo deposu olarak kullanılmış. 2018 yılında tamamlanan restorasyon sonunda eski orijinal haline döndürülmüş. Erken Hristiyan bazilikalarının ve Romanesk kiliselerin mimarisine sahip alan çok renkli olarak boyanmış.
Freiberg ve Gyulafehervar’daki kilise kapılarının alçı kopyalarıyla daha da muhteşem hale getirilmiş.
Duvarlar, Hristiyan ikonografisine uygun olarak figüratif, süsleyici ve hanedan sembollerin yanı sıra Macar azizlerinin ve tarihi şahsiyetlerin freskleriyle süslenmiştir.
Avrupa Sanatına ait resimlerin sergilendiği salondayız.
Raffaelo Santi, Genç Kardinal Ippolito d’Este’nin Portresi (Genç kardinal, 493’te 14 yaşında bir çocuk olarak Santa Lucia Kardinali olarak atanmış).
Pedro de Orrenta, Emmaus’ta Akşam Yemeği (Emmaus; İsa’nın dirildikten sonra ilk görüldüğü, havarilerinin ikisiyle birlikte yürüdüğü köy.)
Artemisia Gentileschi, Jael ve Sisera
Mısır Sanat Koleksiyonu
13. Vajdahunyad Kalesi
Andrassy Caddesi ve Milenyum Anıtı gibi 1000. yıl kutlamaları çerçevesinde mukavva ve ahşap malzeme kullanılarak inşa edilen Vajdahunyad Kalesi, başlarda geçici bir esermiş. Ancak Romanya’daki aynı adlı kalenin bire bir kopyası olan dev boyutlu maket çok fazla ilgi görünce 1904-1908 yılları arasında şimdiki görünümünü kazandığı inşa sürecine alınmış.
Kalenin içerisinde günümüzde Avrupa’nın en büyük tarım temalı müzesi faaliyet gösteriyor.
Biz uzaktan fotoğraflamakla yetindik.
Parkın karşısında yine bir panayıra denk geldik. Muhtemelen Kahramanlar Meydanı’ndaki aktivite nedeniyle kuruldu.
Öğle yemeğini burada yiyoruz.
14. New York Cafe
Çok heyecanlıyız. Çünkü “Dünyanın En Güzel Kafesi” ünvanını elinde tutan New York Cafe’ye gidiyoruz.
“Kahvesiz edebiyat yoktur” demiş New York Cafe müdavimi 20. yüzyıl Macar yazarlardan Sandor Marai.
Yahudi Mahallesi’nde bulunan kafenin tarihi şöyle:
20. yüzyılın başında New York Cafe (New York Kavehaz), Budapeşte’nin en güzel ve en sevilen kahvehanesiymiş. Yazarlar, editörler ve entellektüeller arasında popüler bir yermiş. Hatta en etkili gazeteler burada, üst kattaki galeride çıkıyormuş. Bir zamanların ünlü kafesi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra bakıma muhtaç hale gelmiş ve spor malzemeleri mağazası olarak hizmet vermiş. 1954 yılında “Hungaria” adı altında yeniden açılmış olsa da, New York Kafe orijinal ihtişamına ancak 2006 yılında kavuşabilmiş.
New York Cafe 1894’te açılan New York Palace Oteli’nin bir parçası aynı zamanda. Otelden de önce bir saray olarak tasarlanmış.
Çok gösterişli, şıkır şıkır, zarif bir mekan. İçeride kuyruğa giriyoruz. Bir yandan da etrafı seyretmeye başlıyoruz.
Mermer sütunlar, yaldızlı tavan, ışıltılı avizeler, zarif ferforjeler, ciddiyetle çalışan üniformalı garsonlar.
Sıramız geliyor ve masamıza oturup mekanın keyfini sürüyoruz.
15. Tuna Nehir Turu
Hava kararmak üzere ve biz tekne turuna çıkıyoruz.
Buda Kalesi
Parlamento Binası
Balıkçı Tabyası; pembe ışıklandırılmış.
Akşam Yahudi Mahallesi’nde dolaşıyoruz biraz. Gozsdu Udvar’a uğruyoruz. Akşamları bu mahallede hayat var.
3. gün
Bugünkü gezimizde hop on hop off otobüslerini kullanacağız. Kırmızı hat bizim için uygun.
Kırmızı hatta ilerliyoruz.
Buda tarafına geçtik.
16. Özgürlük Heykeli
1947 senesinde yapılan 14 metre yüksekliğindeki heykel, Sovyet kuvvetlerinin Budapeşte’yi Nazi işgalinden kurtarmasını sembolize ediyor.
Heykeli otobüsten seyrediyoruz.
17. Özgürlük Köprüsü (Liberty Bridge, Szabadsag Hid)
Buda tarafına geçtiğimizde en güneyde bulunan köprü. Yeşil rengi ile çok hoş görünüyor.
Budapeşte’nin en kısa köprüsü imiş. 2016 yılında yenilenen köprü bu tarihten sonra yayalara da açılmış.
18. Elisabeth Köprüsü (Beyaz Köprü, Erzsebet Hid)
İkinci Dünya Savaşı sırasında tahrip olan köprü modern tarzda restore edilmiş.
19. Gellert Tepesi ve Gellert Sagredo Heykeli
Buda bölgesindeki tepe UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer almaktadır.
İsmini Hristiyanlığın yayılmasına karşı çıkanlar tarafından bu tepeden varile koyulup aşağıya atılan din adamı Saint Gellert’ten almış.
Gellert’in tepenin eteğinde düştüğü kabul edilen yere 1904’te Gellert Sagredo Anıtı dikilmiş. 20 metre yüksekliğindeki heykelde Gellert, elinde bir haçı zaferle yukarıda tutuyor. Ayaklarında ise vahşi görünümlü Macarlar korkuyla piskoposa bakıyor.
Heykelin hemen dibinde ise yapay bir şelale bulunuyor.
20. Zincir Köprü
Parlamento Binası ve Aziz Stefan Bazilikası ile birlikte kentin üç önemli simgesinden biri kabul ediliyor.
Szechenyi tarafından 1842-1849 seneleri arasında inşa ettirilen ve Tuna nehrinin ayırdığı Buda ile Peşte’yi birbirine bağlayan köprü, adını köprüdeki asma zincirlerinden almış.
Köprünün her iki tarafındaki aslan heykelleri nedeni ile Aslanlı Köprü de deniyor. Bu ağzı açık aslanların dilleri var fakat aşağıdan bakıldığında görülmüyormuş. Bu hata için köprünün mühendisi olan Adam Clark’ın intihar ettiği gibi bir rivayet salmışlar ortaya.
Köprü İkinci Dünya Savaşı’nda çok büyük hasar görerek yıkıldıktan sonra orijinal tasarımına uygun bir şekilde 1949’a kadar süren bir yeniden inşa sürecine girmiş.
Bizim gittiğimiz zaman da bakımdaydı.
Arkadaki köprü ise Margaret Köprüsü.
21. Margaret Köprüsü (Margit Hid)
Budapeşte’nin ikinci en eski köprüsü olan Margaret Köprüsü, Pest’i Margaret Adası’yla Buda’ya bağlar. Altı kemeri olan bu köprü, diğer köprülere göre oldukça sade tasarlanmış.
22. Buda Kalesi (Budin Kalesi) (Kraliyet Sarayı)
UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan Buda Kalesi, şehrin sembolik ve tarihi yapılarından biridir.
İlk olarak 13. yüzyıla tarihlenen kale değişik dönemlerde yıkılmış ve tekrar tekrar inşa edilmiş. Son inşası 1950 yılında başlamış.
Bugün genellikle Kraliyet Sarayı olarak adlandırılan Barok mimarideki Kale; Macar Ulusal Galerisi, Budapeşte Tarih Müzesi, Kütüphane, kilise, restoran, kafe gibi birçok mekanı bünyesinde barındırıyor.
Kalenin bahçelerine giriş yapıyoruz.
Tepede konumlanmış kalenin teraslarından panoramik manzara nefes kesici.
Ulusal Galeri
1957 yılında “Ulusal Sanat Müzesi” olarak kuruldu. Koleksiyonları; Paris’te ve Batı’nın diğer yerlerinde çalışmış birçok 19. ve 20. yüzyıl Macar sanatçısının eserleri de dahil olmak üzere, tüm türlerdeki Macar sanatını kapsamaktadır.
Budapeşte’deki uluslararası sanatın başlıca müzesi dün ziyaret ettiğimiz Güzel Sanatlar Müzesi’dir.
Savoy Prensi Eugene Anıtı
Tuna terasında Ulusal Galeri’nin ön cephesinde bulunan Savoy Prensi Eugene’nin neo-Barok atlı heykelidir.
1697 yılındaki Osmanlı yenilgisi ile sonuçlanan Zenta Savaşı’nı tasvir etmektedir.
Sarayda kahve molası.
Matyas Corvinus Çeşmesi
Çeşme, bir duvara yaslanmış ve devasa sütunlarla çerçevelenmiş bir av sahnesini gösteriyor. En üstte, bir nişin önünde, elinde tatar yayı tutan ve öldürülmüş bir geyiğin yanında gururla duran Kral Matthias’ın bronz figürü bulunmaktadır. Ayaklarının dibinde, küçük bir şelalenin önünde üç büyük av köpeği, av bekçisi ve kalkan taşıyıcısı var. Solda, sütunların dibinde, Ilonka’nın öyküsünü ilk kaydeden İtalyan saray tarihçisi Galeotto Marzio’nun oturan figürü yer alıyor. Yanında bir köpek bulunan tarihçinin bileğinde bir şahin bulunmaktadır. Diğer tarafta ise genç bir geyiği besliyor gibi görünen hikayenin kahramanı Szep Ilonka var.
Çeşme, saray tarihçisi tarafından kaydedilen ve daha sonra 19. yüzyıl şairi ve oyun yazarı Mihaly Vörösmarty tarafından popüler hale getirilen, Kral Matthias Corvinus dönemine ait bir hikayeyi betimliyor.
Kral Matthias sık sık kılık değiştirerek avlanmaya giderdi. Bir gün arkadaşlarıyla birlikte av gezisindeyken çekici köylü kızı Szep Ilonka ile tanıştı. İlk görüşte aşık oldular. Matthias kıza kimliğini açıklamadı, bunun yerine ona kendisini Buda’da ziyaret etmesini söyledi.
Ilonka mümkün olan en kısa sürede Buda’ya doğru yola çıktı. Oraya vardığında, zaferle sonuçlanan bir savaştan sonra kralı karşılamak için büyük bir kalabalık toplanmıştı. Ilonka, Matthias’ı at sırtında kral kıyafetiyle gördüğünde, krala aşık olduğunu anlayıp şok oldu. Basit bir köylü kızı olduğundan, onunla asla evlenemeyeceğine inanmıştı ve üzüntü içinde evine geri döndü. Kısa bir süre sonra kırık bir kalp acısından öldü.
Bir iki hafta sonra Ilonka’nın evine giden kral kızın evini boş buldu.
Çeşme 1904 yılında tasarlanmış ve Budin Kalesi’nin orta kanadının duvarına inşa edilmiştir.
Tarihe ucundan dokunalım.
-
Aslanlı Avlu
Çeşmenin yanından Aslanlı Avluya geçerken anıtsal kapıyı koruyan, 1901 yılında yapılmış dört aslan heykeli görüyoruz. Kapının dışındaki hayvanlar sakin ve vakur, içeridekiler ise tehditkar görünümlüler.
Ulusal Szechenyi Kütüphanesi
Aslanlı Avlu’da, aslanın arkasında görüyoruz.
Budapeşte Tarih Müzesi
Aslanlı avlunun komşuluğunda yer alıyor.
Buda Kalesi Orta çağ, Barok ve neoklasik evler, kiliseler, kamu binaları ve anıtları ile ünlü Varnegyed (Kale Mahallesi) olarak bilinen alanla çevrili. Kale tepesinin güney kısmında yer alıyor.
23. Kutsal Üçlü Heykeli
Kale tepesinin Trinity meydanında bulunan Barok Veba anıtı “Kutsal Teslis Heykeli”ne ev sahipliği yapıyor. 1691-1709 veba salgınının kurbanlarını anmak için 1713 yılında inşa edilmiş. Heykel, Kutsal Üçlü unsurlarıyla bezeli.
24. Matthias Kilisesi
Meryem Ana Kilisesi de deniliyor.
Buda Kalesi’nin merkez bölgesi olan Trinity Meydanı’nda bulunan Matthias Kilisesi, ilk olarak Macar Kralı Aziz Stephan’ın isteğiyle 1015’te yaptırılmış.
Kilisede çok sayıda Macar kralının taç giyme töreni ve bazı nikahlar gerçekleşmiş. Son Habsburg Kralı IV. Charles’ın taç giyme töreni ve kiliseye ismini veren Kral Matthias’ın iki nikahı burada yapılmış.
Kilisede Kral Bela’nın lahdi başta olmak üzere çok sayıda lahit bulunuyor.
Taç giyme törenlerinde kralların giydiği özel kıyafetlerin replikaları da sergileniyor. Orjinalleri ise Parlamento Binası’nda bulunuyormuş.
Neogotik mimaride inşa edilen kilisenin tarihi aynı zamanda şehrin tarihini sembolize ediyormuş.
Buda’nın 13. yüzyılda Moğol istilası sonrasında kurulması gibi doğu kapısı, 13. yüzyılda inşa edilmiş.
16. yüzyılda Türk istilası etkisiyle kilise, şehrin ana camisi olmuş.
Türklerden sonra 17. yüzyılda kilise Barok stilinde bir kilise haline gelmiş.
19. yüzyılın sonunda kilise büyük bir restorasyonla eski görkemini geri kazanmış.
Çatısı ünlü Zsolnay seramikleri ile kaplanmış.
Aynı zamanda bir müze olan kilisede güzel freskler bulunuyor.
25. St. Stefan Heykeli
Balıkçı Tabyası’nın hemen önünde bulunuyor.
26. Balıkçı Tabyası (Fisherman’s Bastion)
Buda Kalesine 850 metre mesafede bulunan Balıkçı Tabyası, seyir teraslarından görülebilen eşsiz panoraması nedeniyle Budapeşte’nin en önemli turistik mekanlarından biridir. Masalsı bir atmosfer içindeyiz.
UNESCO Dünya Kültürel Mirası Listesi’nde bulunuyor.
1902 yılında yaptırılan Balıkçı Tabyası’nın ismi, Orta çağda bu bölgede bulunan balık pazarından geliyormuş. Bu pazarın balıkçıları zamanında şehrin bu bölümünü savunmada önemli bir rol üstlendiklerinden onları anmak için buraya bu tabya inşa edilmiş.
Yapıda var olan 7 adet kule; Macaristan’ın kurulmasında rol oynayan 7 kavmi sembolize ediyormuş.
Yansımalar
Balıkçı Tabyası’ndan aşağıdaki caddeye iniyoruz. Buradan tramvay ile Gül Baba Türbesi’ne yakın bir yere gideceğiz.
Tabyadan inerken yolda karşımıza bu anıt çıkıyor.
27. Ölüme Düşen Adam Heykeli
Macar Devrimi 1956’da Sovyet rejimine karşı barışçıl bir gösteri düzenleyen öğrencilerle başladı. Bağımsız bir Macaristan çağrısında bulunan 200 bin kişinin de vurguladığı gibi, bir süredir huzursuzluk patlak veriyordu. Şehrin her yerindeki komünist ikonları ve bayrakları söküldü. Aktivistlerin çoğu henüz 16 yaşında olan Peter Mansfeld’in de aralarında bulunduğu gençlerden oluşuyordu.
Peter, silah araması yapan polislerden korkup kaçarken düşmüş, elini kırmıştı. Ertesi gün ise polisler tarafından yakalanmıştı.
1956 devriminin en genç kurbanı Peter Mansfeld, 1959’da 18. yaş gününden sadece 11 gün sonra idam edildi.
Genç bir şehit ve özgürlük savaşçısı olan Mansfeld, daha sonra devrimin simgesi haline geldi.
“Ölüme Düşen Adam” da denilen anıtta; Peter’in düşerken havaya uçtuğu ve nihai sonuna doğru korku içinde kıvrıldığı hali tasvir ediliyor.
28. Gül Baba Türbesi
Gül Baba; 15. yüzyıl sonları 16. yüzyıl başlarında yaşamış şair bir Bektaşi dervişiymiş. Asıl adı Cafer’miş. Külahında her zaman gül taşıdığı için “Gül Baba” “Gül Dede” lakabıyla anılmış. 1531’de Kanuni Sultan Süleyman’ın daveti üzerine Budin’e gönderilmiş. Bir tekke kurmuş. Bektaşi hoşgörüsü ile kısa zamanda Budin (Buda) halkının sevgilisi olmuş. 1541 yılında Budin Savaşı’nda şehit düşmüş. Şeyhülislam Ebusuud Efendi’nin kaldırdığı cenaze namazına Kanuni Sultan Süleyman da katılmış. Türbesinin bulunduğu bu yerde gömülmüş. Tepeye de Gültepe (Rozsadomb) adı verilmiş.
Gül Baba’nın sekizgen türbesi 1543-1546 yıllarında Budin Beylerbeyi Mehmet Paşa tarafından yaptırılmış. Bir dönem kilise olarak kullanılmış. Sultan Abdülaziz’in 1867’deki ziyaretinden sonra 1885’de türbeye dönüştürülerek mimar Lajos Gril tarafından onarılmıştır. 1916’da Macar profesör Müller tarafından restore edilmiştir. II. Dünya Savaşı’nda ağır hasara uğrayan türbe 1963 yılında eski haline getirilmiş. 1997’de Türk-Macar Hükümetlerinin işbirliği ile Kültür Bakanlığı Güzel Sanatlar Müdürlüğü’nce ilk yapıldığı güzellikte restorasyonu tamamlanmış. Son restorasyonu ise 2016-2017 yıllarında yapılmış.
Yıllar önce buraya geldiğimizde daha küçük bir türbeydi. Kapalı alanı büyütmüşler ve bir müze ilave etmişler. Müzeye girişte sufi müzik çalıyor. Çok etkileyici idi.
Danimarkalı Andersen ve Macar besteci J. Huszka, Gül Baba’dan ilham alarak edebiyat ve müzik eserleri yazmışlardır.
Bahçede tasavvuftaki hayat çeşmesi.
Türkler kadar Macarlar tarafından da ziyaret ediliyor.
Burayı ziyaret edince hem buradaki izlerimizi hatırladım, hem de evrensel dostluğun, sevginin manasını bir kez daha düşündüm.
Çıkışta semtteki bir Macar lokantasında öğle yemeğimizi yiyoruz. Semtin (Gül Baba’nın) simgesi olarak gülü kullandıklarını, fotoğrafları derlerken fark ediyorum.
29. Parlamento Binası (Orszaghas)
Parlamento Binası, sadece Budapeşte’nin değil, Macaristan’ın ve dünyanın da sayılı güzel binalarından biridir ve dünyanın en büyük 3. Parlamento binasıdır.
Tuna nehri kıyısında bir inci misali bulunan, hem görkemli hem de zarif yapının inşasında 40 kilo altın kullanılmış.
1880’lerde yeni parlamento binası tasarımı için bir yarışma açılmış ve Imre Steindl’ın tasarımı yarışmadan birincilikle çıkmış. Yapımına 1885’te, Macaristan’ın kuruluşunun 1000. yılı olan 1896’a hazır olacak şekilde başlanan yapı tam olarak 1902’de tamamlanmış. Binanın yapımında 1000 kişi çalışmış.
Neogotik tarzda inşa edilen Parlamento binasında 691 tane oda bulunuyormuş. Merdivenlerinin toplam uzunluğu 20 km.
Yüksekliği de Aziz Stefan Bazilikası gibi 96 metreymiş. Şehirdeki en yüksek bu iki yapının eş yükseklikte yapılmalarının nedeni; din ve devlet arasında denge kurulması gerektiğine vurgu yapmakmış. Hatta Budapeşte’nin şu anki iskan düzenlemelerine göre şehirde hiçbir yapının 96 metreden daha yüksek olmasına izin verilmiyormuş.
Ayrıca 96 rakamı hem bugünkü anlamda Macaristan’ın kurulduğu tarih olan 1896’ya hem de Macaristan Krallığı’nın 896’daki fethine gönderme yapıyormuş.
30. Etnografya Müzesi
Parlamento binası projesi için açılan yarışmada 2. olan proje; Parlamento Binası’nın karşısına Etnografya Müzesi olarak inşa edilmiş. Karşıdan fotoğraflıyoruz.
Üçüncü proje ise Tarım Bakanlığı olarak kullanılan Vajdahunyad Kalesi binalarıymış.
31. Attila Jozsef Heykeli
Parlamento Binas’nı geçer geçmez karşımıza çıkan bir heykeldi.
Attila Jozsef, Macar edebiyatının en önemli şairlerinden biri. Marksist ve Freudçu şair, aynı zamanda şizofrenmiş. Oldukça zor bir hayatı olmuş.
32 yaşındayken birçok kişinin intihar eylemi olduğuna inandığı bir demiryolu hattı kazasında ölmüş.
Heykelde şair, şiirlerinden birine bir övgü olarak Tuna Nehri’ne üzgün bir şekilde bakarken tasvir edilmiş.
Hüznü bu kadar basit ve etkili bir şekilde anlatan ender anıtlardan biri olarak kabul ediliyor.
Nehir kenarında ilerlerken gördüğümüz manzara. 🙂
Karada ve denizde giden gezinti otobüsü.
32. Bronz Ayakkabılar
Parlamento binasının yakınında, hemen Tuna’nın kıyısında, bir holokost anıt olan bronz ayakkabılar bulunuyor.
II. Dünya Savaşı sırasında, devrilen Macar hükümeti liderinin yerine gelen Ok Haç Partisi’nin kurucusu ve lideri Ferenc Szala, Hitler’in ideolojisini takip ederek ülkedeki Yahudilere büyük bir zulüm uygulamış. Bu anıt onun izlediği politikalar sonucunda ölen Macar Yahudileri anısına Peşte’nin nehir kenarında beton zemine sabitlenen altmıș çift demir ayakkabıdan olușuyor.
Anıt; yönetmen Can Togay ve heykeltıraş Gyula Pauer tarafından tasarlanmış ve 2005 tarihinde açılmış. Anıtın üç ayrı yerinde, Macarca, İngilizce ve İbranice olarak okunan demir tabelalarda: “Ok ve Haç milisleri tarafından vurularak nehre atılan kurbanların anısına” yazar.
(Not: Can Togay, Türk kökenli Macar film yönetmeni, senarist, oyuncu ve şairdir.)
Yaklaşık 20 bin Yahudi’nin katledildiği olayda Ok Haç Partisi’nin milisleri, kurbanları ayakkabılarını çıkartarak üçer üçer ayak bileklerinden bağladıktan sonra Tuna Nehri’ne atlamaya zorlamıșlar. Ortadakini vurmuş. Ölen kişiyle birlikte ayakları bağlı olan diğer ikisinin de nehre düşüp boğularak ölmesini sağlamışlar.
Evet buradan sonra gezi listemizi tamamlamış olduk.
Hop in hop off’a binerek tekrar biraz şehir turu atıyoruz. Opera’yı bu sırada fotoğrafladık.
Bize en uygun olan Astoria Otel yakınlarında iniyoruz.
Gittiğim gezdiğim şehirlerde -müsait olursak- şehrin tarihini yansıtan, eski ama bakımlı, restore edilmiş restoran, kafe gibi mekanlara gitmeye bayılıyorum. Bu gelişimde yolumuzun üzerinde böyle bir mekan gözüme çarpmıştı. İçine girip, hayran olup, vaktimiz olmadığı için oturamamıştık. Şimdi bizimkileri oraya gitmeye ikna ettim. Astoria Otel’e çok yakın. Kossuth Lajos Caddesi üzerinde bir mekan. Ama girince öğreniyoruz ki rezervasyon gerekli imiş. Çok üzülüyorum. Sonra düşünüyoruz ki ertesi gün uçak vaktinden önce fazladan 1 saatimiz var ve buraya kahvaltıya gelebiliriz. Heyoooo modundayım. Rezervasyon yaptırıyoruz hemen.
Otele uğrayıp akşam yemeği için dışarı çıkıyoruz. Öncesinde Tuna boyunda dolaşıyor ve bir kafede kahvemizi içiyoruz. Ardından tripadvisor’da 4,5 puanlı yerel bir restorana gidiyoruz.
Szazeves Restoran
Budapeşte’nin en eski restoranı. 1831’de küçük bir Barok sarayın zemin katında açılmış. Sanatçı, yazar ve politikacıların popüler mekanı olmuş. Hatta Franz Liszt ve Ferenc Erkel de konuklarındanmış.
Geleneksel Macar yemekleri sunan restoranda Çigan Müziği yapılıyor.
Dondurmalı tatlısı da güzel.
4. gün (Uçuş öncesi)
Parisi Udvar (Paris Avlusu)
Akşam fotoğrafını çekmiştik.
Biraz tarih;
Bina, Macaristan Ulusal Müzesi’nin mimarı olan Mihaly Pollack tarafından Baron Jozsef Brudern için tasarlanıyor. 1817’de tamamlandığında insanlar ona Parisi Udvar (Paris Mahkemesi, Paris Avlusu) veya Parisi Evi adını vermeye başlıyorlar. Çünkü ilgi çekici, nefes kesen binanın Pollack tarafından Paris’deki “Passage des Panoramas“ın kopyası olarak tasarlandığı düşünülüyordu.
Baron Brudern ikinci katta yaşıyordu ve zemin katta 32 dükkan vardı. Mağazalar şehrin en zarif ve lüks mağazalarıydı.
1906’da Budapeşte Merkez Tasarruf Bankası’nın evi oldu ve tamamen yeniden tasarlandı.
Son olarak 2019’da açılışı yapılan ve muhteşem bir şekilde yeniden canlanan Parisi Udvar, Hyatt Hotel’e ev sahipliği yapıyor.
Restoran otelin geçişi konumunda. Alt katta eskiden olduğu gibi mağazalar var.
Tadilattan önce başrollerini Gary Oldman, Colin Firth ve Tom Hardy’ın oynadığı ve 2011 yapımı Köstebek filminin bazı çekimleri burada yapılmış.
Girdiğimizde mimarisinin güzelliği ile etkilendiğimiz yer.
Evet kahvaltı için geldik. Tabii bavullarımız da yanımızda. Onları koymak için yer gösterdiler.
Zarif ferforjelerine ve harika tavanına bakmaya doyamadım diyebilirim.
Sağlıkla, afiyetle nice gezilere…