24 Temmuz-2 Ağustos 2015 tarihlerinde İzmir Türk Kültür ve Sanat Derneği üyeleri olarak Özbekistan’a gitmeye karar verdik. Bir tur şirket ile görüşüp gezi planımızı söyledik. Onlar da bize uygun bir program hazırladılar. Böylelikle ata yurdu gezi maceramız başladı.
Özbekistan, coğrafi konumu itibariyle; tarih boyunca İpek Yolu üzerinde bulunmasından ötürü her zaman stratejik bir öneme sahip olmuş. Ticari yolları kontrol etmek isteyen bölgedeki güçler her zaman bu topraklar üstünde egemenlik kavgasına girişmişler.
TAŞKENT
1. Gün: 24 Temmuz 2015 Cuma: İzmir-İstanbul
Saat 19:00’da İzmir’den İstanbul’a uçuyoruz. Gezimize İzmir, Manisa, Kütahya, İstanbul’dan katılan dostlarımız var. Tüm ekip İstanbul’da buluşuyoruz.
23:00’de de İstanbul-Taşkent uçuşumuz var.
2.Gün: 25.Temmuz 2015 Cumartesi: Taşkent
İstanbul-Taşkent’e yaklaşık dört buçuk saatlik bir uçak yolculuğu ile varılıyor. Türkiye’den iki saat öndeler.
Taşkent havaalanına inince deklarasyon adı verilen 2 nüsha form dolduruyoruz. Yanımızda ne kadar para ve değerli eşya varsa bu forma beyan ediyoruz. Bir kopyasını gümrüğe teslim ediyoruz. Diğerini damgalatıp yanımıza alıyoruz, çıkışta yine üzerimizdeki miktarı beyan edeceğiz. İlk beyanımızdan fazla çıkmaması gerekiyor.
Saat 8:30 gibi otobüse binip Miran Otele geliyoruz. Burada yapılan kahvaltının ardından şehri gezmeye hazırız.
TAŞKENT
Taşkent, üç milyon nüfuslu bir şehir. Şehir içinden birçok kanal geçiyor. Taşkent şehrinin kuruluşu MÖ ikinci yüzyıla kadar inmekte. 9 ila 12. yy.da Türkler tarafından Taşkent denmeye başlanıldığı görülmüş. Tarihte Çaç, Şaş, Binkent gibi çeşitli isimlerle anılmış.
Taşkent Büyük İpek Yolu üzerindeki en büyük yerleşim yerlerinden biri. Tarihte çeşitli dönemlerde bölgede başkentlik yapmış. Sovyet Rusya zamanında Moskova, St. Peterburg ve Kiev’den sonra dördüncü büyük şehirmiş. 19.yy.dan sonra Rusların elinde yeniden yapılandırılmış. Fakat 1917 yılındaki devrim ve 1966 yılındaki büyük depremde birçok tarihi bina yıkılmış.
Özbekistan yeraltı zenginlikleri yönünden önemli bir ülke. Doğalgaz, petrol, kömür, bakır, çinko, kurşun, bol miktarda altın yatakları var. Gazgan mermeri güzelliği ve dayanıklılığı ile meşhurdur. Ancak bu zenginlik başkent Taşkent dışında kendini çok hissettirmiyor. Tarihi yapının az olduğu şehirde düzenli, geniş caddeler, büyük meydanlar, parklar, lüks mağazalar bulunuyor. Bu yönü ile biraz Ankara’ya benzettim. Metrosu 1966’da yapılmış.
Henüz Latin alfabesine geçiş tamamlanmadığı için şehirdeki tabelaların bir kısmı hala Kiril alfabesiyle yazılmış. Eski nesil Rusça bildiğinden Rusça da kullanılan diller arasında.
Hz. İmam Külliyesi
Gezimize buradan başlıyoruz. Külliye; Ebubekir Kaffal Şaşi Türbesi, Sakalı Şerif ve halife Hz. Osman’a ait olduğu belirtilen ceylan derisine yazılmış Kuran-ı Kerim’in saklandığı Muyi Mübarek Medresesi, Barakhan Medresesi, Müftülük Binası ve revaklı Hz. İmam Mescidi’nden oluşuyor.
Hazreti İmam (Ebubekir Kaffal Şaşi) Türbesi
Hz. İmam ya da asıl adıyla Ebubekir Muhammed Kafali Şaşi (903-976), Maveraünnehir’de Şafii Mezhebi’nin yayılmasına öncülük eden, anahtarcılık yaparak geçimini sağlayan (kafali oradan geliyor) Taşkentli bir İslam önderi. Türbe 16. Yüzyılda (1541-1542) Şeybaniler tarafından yapılmış. Mavi bir kubbesi var. Türbeler kırmızı tuğla ile yapılmış. Tavanındaki ahşap işleri etkileyici ve ünlü. Giriş kapısı alçak. Türkiye’deki gibi içeriye eğilerek girmek, tevazu göstermek için.
Daha ilk ziyaretimizde dikkati çeken özellik; eserlerin yeni oluşu. Girdiğimiz bu ilk türbede mezarların hepsi yepyeni ve düzgün. Bolşevik Ruslar döneminde tarihi binalar kasıtlı olarak bombalanmış. Dolayısı ile tarihi binaların neredeyse tamamı yıkılmış. Arkadan bir de deprem geçirilmiş. Bu nedenle binaların restorasyonu; tamamını yıkıp tekrar yapmak şeklinde olmuş. Yapacak başka bir tercihlerinin olmayışı ve tarihlerine bu şekilde de olsa sahip çıkışları takdire değer diye düşünüyorum.
Namazgah Cami (Bayram Cami)
Türbeden çıkınca sol çaprazda eski Namazgâh Camii bulunuyor. Bu Camii 19. yy.da yapılmış. Burada 1971’den beri İmam-ı Buhari Taşkent İslam Enstitüsü faaliyet yürütüyor. Burada dini eğitim veriliyor ve 3 yılda molla yetiştiriliyor.
Hz. İmam Meydanının 3 eserle çevrili geniş kısmına geliyoruz. Barakhan Mescidi, Muyi Mübarek Medresesi ve Tilla Şeyh Cami.
Barak Han Medresesi
Meydanın bir tarafında bu medrese var. 16-17. yy. mimarisi tarzında yapılmış. Medrese çeşitli dönemlerde yapılmış olan yapılardan oluşmaktadır.
Barak Han (Nevruz Ahmet), Şeybaniler zamanında Taşkent’i yönetmiş. Babası Suyuniç Han ölünce Keffal Şaş yakınlarında bir yere defnediliyor. Oğlu Barak Han babası için 1550’de mezarın üzerine kervansarayı da bulunan kubbeli bir türbe yaptırıyor. Kubbe mavi sırla döşenmiş. Mavi kubbe (Kuk Gumbaz) deniyor. 1868 depreminde yıkılıyor. Sovyetler zamanında medrese kapatılıyor. 1943’de “Asya Müslümanlarının Ruhani İdaresi”ne devredilmiş. 1955-1963 yılları arasında restore edilmiş. 2006-2007’de Hoca İmam Kompleksinin bir parçası oluyor. Medresenin odaları günümüzde turistik eşya dükkanları olarak kullanılıyor. Burada kahveden yapılmış resimler, dut ağacından minyatürler, ahşap oyma eserler, yağlı boya tablolar satılıyor.
Muyi Mübarek Cami (Hz.Osman Mushafı)
Muyi Mübarek Medresesinin avlusu içinde çok güzel eski bir kütüphane varmış. Dini İdarenin bu kütüphanesinde otuz bin orjinal eser barındırın kolleksiyonun en önemli parçası Hz. Osman’a nisbet edilen Kur’ândır. Osman’ın Kur’anı, Osman bin Affan’ın suikastı sırasında okumakta olduğu düşünülen Kur’an nüshasıdır.
Dünyada Hz. Osman’a nisbet edilen toplam dört Kur’an nüshası mevcut. (2. Topkapı, 3. Kahire, 4. İngiltere). Bunlar arasında hangisinin otantik nüsha olduğu bilinmiyor ancak Taşkent’tekinin dünyadaki el yazması Kur’anlar içerisinde en eskisi olduğuna inanılmakta. İlginç olanı bu dört nüshanın hepsinin yaklaşık aynı özelliklere sahip olması. Söz gelimi hepsi ceylan derisine yazılmış, hepsi kufi hatla ve hepsinin ilgili sayfasında kan izi mevcut.
Tilla Şeyh Cami
Barak Han ve Muyi Mübarek medreselerinin arasında Tilla Şeyh Cami bulunuyor. 1890 yılında erkekler için yaptırılmış bir cami. Muyi Mübarek Medresesi ve Tilla Şeyh Cuma Cami; Mirza Ahmet Kuşbeyi tarafından yaptırılıyor.
Hz. İmam Mescidi (Cuma Cami)
Muyi Mübarek medresesi arkasında yer alıyor. 2007 yılında yapılmış. Aslında bir Cuma mescidi. 5000 kişiden fazla insanın namaz kılmasına imkan verecek kadar geniş. Caminin iki yanındaki iki kubbe ile büyüklük sağlanmış. Dış kısımda yer alan ahşap revaklar çok zarif. Ancak caminin içine girildiğinde dışı ile uyumsuz, fazla modern ve sade bir mimari mevcut. Büyük boyutlu camide duvarlar oldukça boş. Mihrap da oldukça küçük. Caminin hemen yanında 54 metrelik bir minaresi var.
Kukeldaş Mescidi
Süt kardeşi anlamına gelen medrese 16.yy.ın ikinci yarısında hüküm sürmüş bir hanın sütkardeşi ve aynı zamanda veziri olan Kulbaba Kökaldaş adlı vezir tarafından 1560 yılında yaptırılmıştır.
Cümle kapıları çok yüksek ve gösterişli. Çini süslemeler hakim.
Medrese, Sovyet döneminde depo ve daha sonra müze olarak kullanıldıktan sonra, İslam Koleji olmuş. Medrese içindeki avluda 38 tane öğrenci odası (hücre) bulunmakta. Yaklaşık 2000 öğrenci din eğitimi alabiliyor. İmam-hatip yetiştiriyor.
Hoca Ahrar Cami ve Mescidi
Kukeldaş Medresesinin hemen karşısında yer alıyor. Bu Cuma Cami meşhur Hoca Ahrar (1404-1490) tarafından Cuma Cami ve Hoca Ahrar Medresesi olarak yaptırılmış.
Minaresi bulunmayan caminin balık sırtı görünümlü kubbeleri ilginç. Restorasyonlar sonrası orjinalliğini kaybetmiş. Günümüzde medrese yok. Sovyetler zamanında Medresenin tuğlaları Caminin restorasyonunda kullanılmış.
Kukeldaş Medresesi ve Hoca Ahrar caminin hemen arkasında Carsu başlıyor.
Carsu (Çarşı)
Çarsu, aslında Farsça’dan gelen bir sözcük olup, kavşak, dört yol ağzı anlamına geliyor. Carsu; kafes sistemlerden oluşan ilginç çatıya sahip bir yapı. Baharat, yiyecek, kıyafet, kumaş satışı yapılıyor. İlgimizi çekecek bir şey bulamadık.
Fırsat bu fırsat deyip küçük bir grup olarak Taşkent’in meşhur metrolarını görmek amacıyla metro turu yaptık.
Taşkent Metrosu
Buraya gelmeden önce okuduğum gezi yazılarında Kozmonotlar durağının çok güzel olduğu yazılı idi. Bu bilgiyle carsu metrosundan Kozmonotlar durağına doğru yola çıktık. Ali Şir Nevai durağından geçerken metro duvarlarında Nevai ile ilgili resimler gördük. Oldukça güzeldi ve Ali Vefa içeriden hemen fotoğraf çekti.
Kozmonotlar durağında ise kozmonotlarla ilgili resimler vardı ama hiç cazip değildi. Hele bizimi gibi Moskova metrosunu görenler için hayal kırıklığı denilebilir. Ama olsun yine de sanat için metrolarını süslemeleri bize örnek olması gereken bir tutum. Fotoğraf çekmek istiyoruz ama görevli yanımızda bitip yasak olduğunu söylüyor ve çekilen fotoğrafı sildiriyor. Neden deyince “yukarıdan ruhsat gerek” diyor. Yasaklar hala devam. Yasakları bir tarafa bırakırsak şehrin her yerinde Sovyet eli ve medeniyetinin izleri görülüyor. Sovyetler deprem sonrası yıkımın arkasından yeni, düzenli, geniş caddeli, bol yeşillikli bir şehir imar etmişler. Yapılan iyi şeyleri takdir etmek lazım.
Sıcak bir mevsimde gittiğimizden mi bilinmez genel olarak sokaklarda çok az kişi var. Bayağı bir yürüdükten sonra bir kafe bulup oturuyoruz. Burada şunu anlıyoruz ki resmi bir şehir havasındaki Taşkent’te kafelerin ve parkların bir arada olduğu, insanların toplandığı Sultan Ahmet gibi, Beyoğlu gibi bir yer yok. Kafeler zaten az. Onlar da serpme tarzı yayılmışlar.
Sırada Ebul Kasım Medresesi, Parlamento (Ali Meclis) binası ve Ali Şir Nevai heykelinin bulunduğu bölge var.
Ebul Kasım Medresesi (Uygulamalı Sanatlar Merkezi)
(Burayı ziyaret etmedik).
Nevai Parkı ve Parlamento binası arasında bulunuyor.
Merkezin bulunduğu bina 19. yüzyılın ortalarında Abulkasım Eshan tarafından yaptırılmıştır. Kendisi 19. yüzyılın ikinci yarısında, Ruslara karşı ayaklanmalar sırasında kent sakinlerini korumuş ve bu yüzden bilge ve aydın bir insan olarak kent sakinlerinden saygı görmüş. İki katlı bina çevresinde öğrenci odaları ve öğrenme odaları yani derslikler bulunuyormuş.
1983’de restore edilen yapı günümüzde geleneksel el sanatlarını (ganch oyma, maden oymacılığı, altın dikiş-nakış, suzanne dokumaları gibi) geliştirmek için kurulmuş. Burada bir dizi sergiler, festivaller ve etkinlikler düzenleniyormuş.
Ali Şir Nevai
Buralara gelip, tarihi yerleri gezerken Ali Şir Nevai’den bahsetmeden olmaz.
Ali Şir Nevai; bugün Özbekistan’ın müstakillik sürecinde; Timur gibi, El Harezmî gibi, İbni Sina gibi, El Biruni gibi yeniden keşfettiği ve yücelttiği “milli kahraman”larından biri. Özbek edebiyatının babası sayılıyor (15. yy). Bu ünvanı da Çağatayca yazının gelişimine verdiği katkı ile alıyor. Ali Şir Nevai, edebiyatta Farsça’ya karşı Türkçe’yi ilk kez bir edebiyat dili olarak benimsemiş önemli bir Türk Şairi ve Edebiyatçısı. Özbekler, Türkçe değil Özbekçe diyorlar bu dile. Dil olarak bizler Farsça, Arapça ve sonraları Batı dillerinin etkisinde kalırken, Özbekler de Çinlilerin kültürel hakimiyetinden etkilenmiş.
Ali Şir Nevai Parkı
Eski adı Komsomol gölü. Burası 1939 yılında sadece 45 günde Leninci gençler tarafından kazılmıştır. 2006 yılında yeniden düzenlenmiş.
Parlamento binası ve Ali Şir Nevai heykelinin görülmesinin ardından Ali Şir Nevai parkını sol yanımıza alıp Müstakilik Meydanına doğru ilerliyoruz.
Müstakillik Meydanı
1 Eylül 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden ülkenin özgürlüğünü simgeliyor.
Eskiden burada Ortodoks Kilisesi ve Çan Kulesi varmış. l930’un başlarında yıkılmış ve Kızıl meydana dönüşmüş. l974’de buraya 30 metre yüksekliği ile en büyük Lenin heykeli dikilmiş. Heykel l992’de kaldırılmıştır ve meydan Müstakillik Meydanı adını almış. Müstakillik Meydanı’nın girişinde; beyaz sütunlar üstünde yükselen bir zafer takında Özbek Halkı için refah ve mutluluğu simgeleyen hüma kuşu figürleri yer alıyor.
Meydanda; eskiden Moskova savunması sırasında ölen Meçhul Asker Anıtı’nın olduğu yerde Mutlu Anne heykeli var. Bu anıt; kırmızı renkli bloklardan oluşan bir kaidenin üstünde Özbekistan haritasının yer aldığı dünyayı simgeleyen bir küre ve onun hemen önünde yer alan, kucağında bebeğiyle birlikte tasvir edilmiş mutlu anne heykelinden oluşuyor.
Sönmez Ateş (Ağlayan anne) heykeli
Bu heykel parkın başka bir köşesinde bulunuyor. 2. Dünya Savaşında ölen Özbek askerlerinin anısına hiç sönmeyen bir ateşin yandığı heykel. Kayıplar için duyulan hüzün; yine taş bloklarla çevrili bir yarım dairenin ortasındaki sekiz köşeli yıldızın içinde yanmakta olan ateşe hüzünlü bir şekilde bakan başı örtülü bir Özbek annesiyle temsil edilmiş. Arka duvarda “Sen daim (her zaman) kalbimdesin ciğerim” yazıyor.
Sovyetler Birliği döneminde; 2.Dünya Savaşı’ndaki çarpışmalarda, Ruslar ve Ukraynalılardan sonra en çok kayıp veren Özbek Halkı, şehitlerini unutmamış. Onları bu meydanda yer alan Şehitler Hatırası Kompleksi ile anıyor. Özbek camilerinin revaklı avlularını andıran ahşap malzemeden yapılmış gölgelik alanlarda bu çarpışmalarda hayatını kaybeden Özbek askerlerinin isimleri tek tek memleketlerine göre metal yapraklar üzerine kazınmış. Bu alanın hemen yanında bu konuyla ilgili bir de müze var.
Dünya Savaşı’nda hayatını kaybedenlerin isimlerinin yer aldığı panolar için hazırlanmış revaklardan biri. Burada yaklaşık 400-500 bin şehit Özbeğin adı yazılı. Hepsi vilayetlerine ayrılarak yazılmış.
Rusya döneminde 2. Dünya savaşı sonrası 9 mayıs bağımsızlık günü olarak kutlanıyormuş. Ancak Özbekler sonra düşünmüşler ki bu bizim savaşımız değildi. Evet Özbekler de savaştı. 560 bin kayıp verdi. Biz bu günü “Hatıra ve Saygı Günü” olarak kutlayalım demişler.
Yine bu meydana yakın Sovyet devrimi sonrasında, 1918 yılında Taşkent’e sürgün edilmiş olan, Grand Dük Nikolai Romanof’un Sarayı da oldukça görkemli.
N. K. Romanov (1850-1917) Çar ikinci Nikola’nın kuzenidir. Dansçı bir kızı sevdiği için unutsun diye ailesi tarafından 1881’de Taşkent’e sürgün edilmiş. (Rivayet odur ki Romanov burada o dansçı ile evlenmiş). Kendisi burada görkemli bir konak inşa ettirmiş. Zarif bina zengin oyma ızgaraları, değişik tarzda pencereleri, kuleleri ile dikkat çekmektedir. Binanın arka tarafında bahçesi botanikçi ve eczacı Krause tarafından hazırlanmış.
Prens Romanov, kaldığı sürede Taşkentliler arasında çok popüler oldu. Şehirde ilk pastane ve ilk sinemanın açılmasına neden oldu. Bozkır sulama kanalları yaptırdı. Şehirde geçirdiği yılların ardından öldüğünde ise, şehre miras antika ve eşsiz bir kitap koleksiyonu bıraktı. Sovyet döneminde bu konak, burjuvanın nasıl yaşadıklarının halka göstermeyi amaçlayan bir Müzeye dönüştürülmüş. 1935’de Genç Piyonerler sarayı olmuş, 1980’de ise yeniden Müzeye dönüştürülmüştür. Müstakillikten sonra Müze bir kere daha kapanmış, yerini Dışişleri Bakanlığı almıştır. Bugün Konuk evi olarak kullanılmaktadır. (Fotoğrafını çekemediğimiz bu sarayın fotoğrafı için internetten faydalandım).
Broadway Caddesi
Taşkent’te lüks mağaza, bar, kafeterya ve gece kulübünün yer aldığı ve Broadway” olarak anılan Ressamlar Sokağı. Asıl adı Sayilgoh caddesi. Bu sokakta çok sayıda ressam eserlerini sergiliyor. İsterseniz portrenizi yapıyorlar. Sokağın iki yanı ağaçlarla çevrili.
Burada mola verip havuz başında bir kafede kolamızı içip ferahlıyoruz biraz. Hava çoook sıcak.
Buraya çok yakında yer alan Ali Şir Nevai Tiyatrosu var.
Ali Şir Nevai Tiyatrosu
Bunyodkor Meydanında bulunuyor. Mimari projesi için bir yarışma yapılıyor. Ve kazanan Rus Mimar Şusev tarafından 1947 yılında yapılıyor. (Mimar Şusev aynı zamanda; Moskova’da Lenin’in mozolesi ve metro Komsomol durağının ikinci platformunu da tasarlamış. Bu tasarımı ile New York Dünya Fuarında ödül almış. Moskova metrosu Stalin Mimarlık Ödülü’nü de kazanmıştır.)
Tiyatro içindeki mermer lobi etrafında altı tane açık oda varmış; bunlar Taşkent, Semerkant, Buhara, Termiz, Hiva ve Fergana’yı sembolize ediyormuş. Salon 1400 kişilik. Tiyatroda Rus opera ve bale eserleri ile Özbek halk masalları sahnelenmekte. Japon turistler, buranın yapımında Japon esirleri kullanıldığı için ziyaretleri sırasında saygı duruşunda bulunurlarmış. (Gittiğimiz sırada müsait değildi. İçini gezemedik).
Tiyatronun önünden geçen caddenin adı Mustafa Kemal Caddesi.
Emir Timur Meydanı
Önceleri askeri geçitlerin yapıldığı bu meydana önce şehrin eski valilerinden Kaufmann’ın heykeli konmuş. Bolşevik ihtilalinden sonra heykeli kaldırılıp yerine orak çekiçli bir anıt ve Lenin büstü yerleştirilmiş. Sonra Stalin, ardından Marx ve en sonunda Emir Timur’un heykeli dikilmiş.
Timur Müzesi
Ülkedeki birçok mimari eserin maketleri ve Timur’un hayatı ve hatıralarını canlandıran çok sayıda resim varmış.
Timur’a ait eşya yokmuş. Timur’a ait bir kısım eşya Moskova ve Hermitaj müzelerinde sergileniyormuş. Çaldıkları bu eşyaları geri vermiyorlarmış. Biz içini gezemedik.
Bizde Timur pek sevilmez. Oysa Özbekler’e göre milli bir kahraman. Timurlenk denmesinden de hiç hoşlanmıyorlarmış. Araştırma yaparken hakkında okuduklarımdan etkilendim doğrusu. Kendi ülkesi için güzel şeyler yapan bir yönetici. Ülkesinin kahramanı olmayı sonuna kadar hak ediyor.
Otobüsümüze binip Emir Timur caddesinde kuzeye doğru ilerliyoruz.
Taşkent Televizyon Kulesi
375 metre ile dünyanın en yüksek 9. kulesi olan Televizyon Kulesi 1985’te yapılmış. 120. metresinde bir restoran varmış. Taşkent’in panaromik görünümü için güzel bir yer olmalı.
Hatıra Meydanı
Stalin zamanında birçok kişi öldürülmüş ve bilinmeyen yerlere gömülmüş. Yıllar sonra bu bölgede toprak altında insan kemikleri bulunmuş. Bu kişilerin hatırasına bu meydan ve anıt yapılmış. Evlenecek çiftler buraya gelip çiçek bırakıyorlarmış. Bizim gittiğimiz esnada da böyle bir çift gördük.
Akşam yemeğini yemek üzere “Şelale Restoran”a gidiyoruz. Minik, yapay bir şelalesi olan, çok güzel bir restoran. Yemekleri de bir o kadar lezzetli. Ve servis çok hızlı. Özbekistan’da bundan sonra gittiğimiz hiçbir lokantada hızlı, hatta normal hızda bir servisle karşılaşmadık. Gezimizde en çok yemek servisini beklerken vakit harcadık .
Menbar çorbası ve cız denilen lezzetine doyum olmayan bir kuzu eti yiyoruz.
(Özbekistan’ın en çok içilen bu çorbası bizim türlü benzeri bir yemek. Yağlı bir su içinde et parçaları, patates ve değişik sebzeler bulunuyor. Buna benzer bir çorbayı Hırvatistan’da da yemiştik. )
Bu güzel yemeğin üzerine tatlı olarak dondurma veriyorlar. Öğreniyoruz ki Özbekistan’da tatlı bilinen bir tür değil. Olacak şey değil. Bu konuda nasıl bu kadar farklı olabiliriz. Tatlı diye bazı yerlerde kakaolu kek getiriyorlarmış.
Yemek sonrasında uçakla Urgenç’e, oradan da yaklaşık 40 dakikalık bir karayolu (35 km) ile Hiva’ya ulaşıyoruz.