DİYARBAKIR
(2019 Ekim – 2020 Ekim)
Diyarbakır Hakkında:
3 uygarlığa beşiklik ettiğini,
5,7 km uzunluğunda surları ile Çin seddinden sonra ayakta kalmış ikinci uzun surlara (İstanbul ve Antakya’nın daha uzun surlara sahip olmasına rağmen) sahip olduğunu,
Unesco Dünya Mirası’na dahil edilen bu surların Bizanslılar Dönemi’nde Persler’den (Sasani İmparatorluğu) korunmak için restore edildiğini,
İlk tahılın ve buğdayın Diyarbakır’da hasat edildiğini,
Hz. Yusuf’un 7 yıl kaldığını,
Hz. İlyas’a peygamberliğin burada verildiğini,
7 peygamber kabri ve 3 peygamber makamının bulunduğunu,
Peygamberimizin vefatından 7 yıl sonra (639), sahabeler tarafından fethedildiğini,
Şehir surlarının dört yöne açılan dört kapısında birer hamam ve han bulunduğunu, gelenlerin abdest alıp şehre sokulduğunu, bu nedenle “abdestsiz girilmeyen şehir” olarak anıldığını,
Şeyh Mutahhar Cami’nin dört ayaklı minaresinin asırlardan beri dört taş sütun üzerine oturtulmuş olduğunu,
Diyarbakır Surları ve Hevsel Bahçeleri’nin Unesco “Dünya Kültür Mirası” listesinde olduğunu
biliyor muydunuz?…
Uçak yolculuğumuzun ardından sabah varıyoruz Diyarbakır’a ve havaalanından kahvaltı için Hasan Paşa Hanı’na gidiyoruz.
Hasan Paşa Hanı
Diyarbakır’ın Osmanlılar tarafından alınmasından sonra üçüncü vali olan Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu Vezirzade Hasan Paşa tarafından 1572-1575 yılları arasında yaptırılmıştır.
Kahvaltıcı Kadri’de soluklanıp, yolculuk yorgunluğunu atıp, karnımızı doyurup güne enerji dolu olarak başlayabiliriz artık.
Hatta bayanlar olarak öyle enerji depoladık ki karnımız doyar doymaz han içinde uygun fiyata çok güzel şallar satan bir dükkan keşfedip alışverişe başladık bile. Hanımlar buraya gelirseniz bu şalcı dükkanına uğramadan geçmeyin. Şal kullanmayan ben, iki gelişimde de buradan bir sürü şal ve atkıyla döndüm.
Diyarbakır 639’da Bekr Bin Vail Kabilesi’nin eline geçinde adına Diyar-ı Bekr denmiş.
Harem-i Şerif Diyarbekir Ulu Camii ve Külliyesi
Hasan Paşa Hanı’nın hemen karşısında.
3 dine mabetlik yapmış Anadolu’nun ilk camisi Diyarbakır Ulu Cami, Hz. Musa zamanında sinagog olarak yapılmış ve sahabelerin şehri fethinden sonra fetih camine dönüştürülmüş
Diyarbakır Suriçi’nin bütün önemli yolları bu camiye çıkmaktadır. Özellikle Osmanlı Dönemi’nde şehrin ve bölgenin ilim ve kültür merkezi olmuş.
1183 yılında kütüphanesinde 1 milyon 40 bin kitap bulunuyormuş.
Geniş kemerli bir kapıdan avluya giriliyor. Kapının her iki tarafında aslanla boğa mücadelesini simgeleyen kabartma figürler bulunuyor.
Avluda sekiz sütun üzerine yerleştirilmiş sekizgen bir şadırvan bulunuyor.
Bunun yanı sıra binlerce yıllık su sarnıcı ve sibernetiğin babası sayılan Ebu’l iz el-Cezeri’nin 800 yıl önce yaptığı güneş saati bulunuyor.
Sultan Melikşah’ın kenti ele geçirmesinden sonra, harap halde olan yapı ciddi bir onarım geçiriyor. Bu nedenle Büyük Selçuklu Dönemi Eseri olarak kabul edilmektedir. Külliye içinde Hanefi, Maliki, Şafi ve Hanbeli mezheplerine ait dört mescid, dört mihrap bulunuyor.
Cahit Sıtkı Tarancı Müzesi
Ünlü şairimizin doğup büyüdüğü ev 1733 yılında yapılmış. Geleneksel mimari ile inşa edilen evin orta bölümünde avlusu bulunuyor. Cahit Sıtkı 1910 yılında bu evde dünyaya gelmiş. Ev; 1973 yılında Kültür Bakanlığı’nca Tarancı ailesinden alınarak kamulaştırılmış, restore edilmiş ve “Cahit Sıtkı Tarancı Kültür Müzesi” olarak ziyarete açılmış. Çok güzel bir ev.
“Kış günü herkesin evi barkı olsun
Olursa bir şikayet ölümden olsun” C. Sıtkı Tarancı
Sülüklü Han (Kazancılar Hanı)
Diyarbakır’ın merkez ilçelerinden olan Sur’da yer alan tarihi bir handır. 2010 yılında restore edilip hizmete açılmıştır.
1683’te Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve onun kız kardeşi Atike Hatun tarafından inşa ettirilen han, siyah bazalt taştan yapılmıştır. Kara taş bu şehrin yapılarının bir özelliğidir. Han içerisinde bulunan kuyudan bir dönem hekimler tarafından sülük çıkarıldığı bilinmektedir.
Üst katlarının dinlenme odası, alt depoların ise hayvanların konaklama yeri olarak kullanıldığı han Kurtuluş Savaşı sırasında süvari birliklerinin karargahı olarak kullanılmıştır. Şu an halka açık turistik bir gezi mekanı ve kafeye ev sahipliği yapmaktadır.
Otantik bir ortamda kahve içmek için ideal. Biz de öyle yaptık 🙂
Şeyh Mutahhar Camii (Şeyh Mattar Cami)
1500 yılında Akkoyunlu beylerinden Kasım Bey tarafından inşa ettirilmiştir.
Dört Ayaklı Minaresi ile ünlüdür.
Dört taş sütun üzerinde oturan minarenin Anadolu’da başka örneği yoktur. Dört ayak 4 İslam mezhebini simgeler.
İnanışa göre 7 kere sütunun altından geçince tutulan dilek yerine gelirmiş.
Sütunlar üzerinde silahlı çatışmalardan kalma kurşun izleri bulunuyor.
Şeyh Şüca Türbesi
Mardin Kapı’da bulunuyor.
Alıntıladığım şehir planı. İç Kale’nin bir kısmını gezeceğiz.
1. Mar Cercis/Kevork Kilisesi (Nasturi), 2. Artuklu Sarayı, 3. Artuklu Kervansarayı, 4. Şeyh Mutahhar (Mattar)Camii, 5. Dört Ayaklı Minare, 6. Hazreti Süleyman Camii, 7. Surp Giragos Ermeni Kilisesi ve Ermeni Okulu, 8. Mar Petyun Kilisesi (Keldani), 9. Fatih Paşa (Kurşunlu) Camii, 10. Nasuh Paşa Camii, 11. Hacı Hamit Camii, 12. Surp Krikor Lusavoriç Katolik Ermeni Kilisesi ve Ermeni Okulu, 13. Protestan Ermeni Kilisesi ve Ermeni okulu 14. Hüsrev Paşa Camii, 15. Deliller Hanı, 16. Hasan Paşa Hanı, 17. Mesudiye Medresesi, 18. Ulu Cami, 19. İskender Paşa Camii, 20. Behram Paşa Camii, 21. Surp Asdvadzamayr Kilisesi (Ortodoks Süryani), 22. Surp Sarkis Ermeni Kilisesi ve Ermeni Okulu, 23. Çifte Han, 24. Mar Kozma Kilisesi (Ortodoks Süryani), 25. Çardaklı Hamamı, 26. Melik Ahmet Camii, 27. Nebi Camii.
İç Kale
Diyarbakır’ın tarihi Sur ilçesinde restorasyon çalışmalarıyla inanç ve kültür turizmine kazandırılan “İç Kale Müze Kompleksi” 72 bin metrekarelik alana sahip. 20 burç ve 4 kapı da bu kompleksin içinde yer alıyor.
Kale
Hz. Süleyman Cami
Hasan Paşa Hanı’na 400 metre mesafede ve İç Kale’de bulunan cami; 1155-1169 yılları arasında Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından Selçuklu tarzında yaptırılmıştır.
Caminin kitabesinde, Halit Bin Velid’in oğlu Süleyman ile Diyarbakır’ın Araplar tarafından alınması sırasında şehit düşen 27 sahabenin burada yatmakta olduğu belirtiliyor.
İç Kale’de eski dönemde çeşitli kurumlar hizmet vermiş. Şu an ise burası Müze Kompleks alanı. Türkiye’de bunun başka bir örneği yok. Daha önce jandarma binası, cezaevi olarak kullanılan mekanlar müzeye dönüştürülmüş. Müzede 36 bine yakın eser bulunuyor.
Aslanlı Çeşme
19. yüzyılın sonlarına tarihlendirilen Aslanlı Çeşme düzgün kesme bazalt taşından örülmüştür. Çeşme basık kemerli bir niş içerisine alınmıştır. Üst kısmında iki beyaz kısa sütün üzerinde üçgen bir alınlık bulunuyor. Orijinalinde üç dilimli kemere sahip niş içerisine yerleştirilmiş iki aslanın ağzından suyun akışı sağlanmaktadır. Fakat günümüzde bu aslanlardan biri yerinde bulunmamaktadır.
St. George Kilisesi
Kilisenin yapım tarihine ait kesin bilgi olmasa da M. S. 3. yüzyılda inşa edildiği düşünülmektedir.
Çok tanrılı dinlere ait bir tapınak olduğu varsayılan Saint George Kilisesi, Roma Dönemi’nde de ateş tapınağı olarak kullanılmış olma ihtimali var.
Artuklular döneminde ise sarayın hamamı olarak kullanılmış.
Günümüzde sanat galerisi olarak kullanılmakta olduğu söyleniyor. Biz gittiğimizde (2020) restorasyondaydı.
Diyarbakır Arkeoloji Müzesi
Diyarbakır ve çevresinden sağlanan, çoğunluğu Hitit, Asur, Roma, Bizans, Artuklu, Akkoyunlu ve Osmanlılar’a ait eserlerin sergilendiği bu müzede bölgede bulunan Neolitik çağa ait eserler de sergilenmektedir.
Müzedeki Arkeolojik ve Etnografik eserlerin sayısı 10.000’i aşmaktadır.
Safa Cami
Arkeoloji Müzesi’nde caminin bir fotoğrafı vardı. Minaresinden çok etkilendim ve bu camiyi arayıp şehrin arka sokaklarından birinde buldum.
15. yüzyılda Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan tarafında yaptırıldığı düşünülüyor. Süslemeli minaresi ile ünlü. Yapının inşasında kullanılan malzemelerin içerisine karıştırılan çeşitli bitkilerden dolayı “parlı” yani kokulu cami olarak da anılıyormuş.
Diyarbakır’da nerede ne yenir ?
Dönüşümüz Diyarbakır havaalanından ve gece olduğu için akşam yemeklerini Diyarbakır’da yedik. 2019’da geldiğimizde yemek için restoran ararken bulduğumuz Fırın-cı Restoran‘ı çok beğendik. Lüks ve yerel yemekler yapan bir restorandı. Çok memnun kaldık. Bir de bu yöredeki restoranlar ne kadar lüks olsa da batıya göre et fiyatları daha ucuz olduğundan ödediğimiz hesaplar da daha uygun oluyor.
Çıkışta da tatlılarımızı Kadayıfçı Saim Usta‘da yedik. Enfesti.
2020’de geldiğimizde dönüş akşamı yine hevesle Fırın-cı Restoran’a geldik. Ama açık alanları yokmuş ve pandemi nedeniyle kapalı alanda yemek istemediğimiz için içeri giremedik.
Ciğerci Remzi Usta’da yedik. Burayı da tavsiye ederim.
On Gözlü Köprü
Şehrin 6 km güneyinde, 10 kemerinden dolayı 10 gözlü diye adlandırılan köprü Dicle Nehri üzerindeki en eski tarihi köprüdür.
Kitabesinden Mervaniler döneminde 1064-65 yılında yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Ancak araştırmacılar bu kitabenin onarım kitabesi olduğunu ve eserin çok daha eski bir tarihte yapıldığını kabul etmektedirler. Hatta İslam öncesi devirde yapıldığı ve daha sonra yıkıldığında Halife tarafından onarımına başlandığı düşünülüyor.
Güneyine doğru akan Dicle Nehri, Diyarbakırlılar için kutsal sayılıyor ve “Allah’a giden yol” olarak anılıyormuş.
Köprünün Doğu yakasında bulunan Kırklar Dağı‘nın ilk İnsan Hz. Adem’in yeryüzüne indiği yer olduğu rivayet ediliyor. Bu dağın Hz. Adem’in kırk suyla yıkandığı yer olduğu ve dağın ismine bu nedenle kırklar dağı verildiği söylenir. Dağ üzerinde bulunan bir ayak izinin de Hz. Adem’in ayak izi olduğuna inanılıyor.
Malabadi Köprüsü (Silvan)
Diyarbakır’a 100 km. mesafede bulunuyor.
Çok hüzünlü bir öyküye sahip güzel bir türküsü vardır. İlkokula giderken radyoda dinlemiştim öyküyü. Zaten sözleri de onu anlatıyor.
Artuklu Dönemi’nde 1147-1148 yılında Timurtaş’ın oğlu Necmettin-i İlgazı tarafından inşa ettirilmiştir. Diyarbakır ile Batman’ı birbirine bağlayan Malabadi Köprüsü mühendislik ve mimari yönden eşsiz bir şaheserdir.
Malabadi Köprüsü, iki yana eğimiyle kuzey ve güney yönünde uzanırken, 38 metre açıklığındaki tek bir sivri kemerden ibarettir. Bu sebeple tarihten günümüze kadar ulaşan dünyanın en büyük kemer açıklığına sahip taş kemer köprüsü olma özelliğine sahiptir. Mostar Köprüsü’nün ikizi kabul ediliyor.
Köprü hakkında Evliya Çelebi, “Ayasofya kubbesini alın, Malabadi Köprüsü’nün altına bırakın, köprünün altına girer” demiş. Köprünün yüksekliği ise 25 metredir.
Köprü üzerinde yer alan insan, güneş, aslan figürlü kabartma ve süslemeler günümüze kadar sapasağlam ulaşabilmiştir. Bunun en önemli sebebi ise Horosan harcının kullanılmasıdır.
Köprü geçiş haricinde aynı zamanda seyahat eden yolcuların konaklayabileceği tarzda yapılmış. Barınağı ve tuvaleti ile birçok köprüye örnek olmuştur. Köprünün üstünde gelip geçişin kontrol edildiği kapılar bulunurmuş. Kapılardan merdivenle odalara iniliyor. Eskiden seyahat edenler ve giriş çıkışı kontrol eden bekçiler burada kalırmış.
Günümüzde yeni bir köprüden ulaşım yapıldığı için, eski Malabadi köprüsü kullanılmıyor.
Teknik işlerden anlamıyorum tabii ama yeni yapılan köprünün eski köprünün siluetini bozacak şekilde bu kadar yakın mı olması gerekiyordu? Ya da bu kadar yakın yapılacaksa ihtişamlı Artuklu Mimarisi’ne uyumlu, ahenkli bir köprü yapmak bugünün şartlarında, teknolojisinde bu kadar mı zordu?
Muhteşem yöre halkı ve Diyarbakır’dan kalanlar